I
ifk gazeli
eteğinde çamur anne, eteğinde ateş
sanki Kudüs oldun anne, yüzün bir güneş
o ne avuçladığın anne ellerin yanmış
ruhlar ağlaşıyor yine, melekler ayaklanmış
denizler kabardı sen dur, denizler kabardı
bu ırmaklar yokken anne gözlerin vardı
kundaklanmış saçlarından kıvılcım düştü
yaralanmış tüm aşıklar ona üşüştü
yıldızları mı küstürdük uçup giden ne?
belki yoruldu melekler göğü tut anne
eteğinde çamur anne, eteğinde ateş
sanki Kudüs oldun anne, yüzün bir güneş
II
sarı şiir
sen güneşin yıkandığı denizsin
hüzünlerin cennetisin ey sahra
vahaların olsun cümle ormanlar
sen de şiirlerin ormanısın ya
bir deve kervanı çöl sükutunda
velut bir anadır şiir doğurur
artık kelimeler bir bedevidir
her ayak sesinden şiir yoğurur
şairin ölümü bir fırtınadır
bu sarı denizde kopar vaveyla
kaybolan şiiri çağırmak için
şairler Mecnun’dur sahra bir Leyla
hasna bir devenin tek vuruşundan
kaş vezin doğurdun ve de kaç hüzün
sesini alırım hüma kuşundan
failatün failatün failün
Zeyl-a
çöllerin benzi sarıdır
veremli bir gelin gibi
anne elin kınalıdır
yüreğin de elin gibi
III
gerdanlık
Beni Mustalık bir hüzün seferi
göklerin gelini kum denizinde
yüzüyor,yüzüyor ışıktan gemi
bir ay taşınıyor hevdec içinde
gün batımı vakti göğün perçemi
kumlara değerken bir iniltidir
-ey hevdec bir kere göster annemi
duaların tam icabet vaktidir
göklerin gelini bir hüma kuşu
aydan önce doğan bir ay gibidir
sarı şiir şimdi sermest bir halde
asılmakta göğün halkalarına
ve kader bıçağı ipe değince
sırça bir kalp çarpar hüzün dağına
güneş o var diye terkeder çölü
ay sessizce gelir durur yanına
ufuk bahtı gibi karaya çalar
artık erişilmez gam kervanına
göklerin gelini uykuya dalar
zeyl-b
hüznü hüzne vurdun anne
yüreğe dert kurdun anne
gözyaşını Yusuf diye
rüzgara savurdun anne
IV
zafir taşı
Kervan gelir Yemen’den yükü zafir taşıdır
tüm gelinlik kızların ilk gençlik rüyasıdır
bu taş bir parça siyah bir parça kan kırmızı
belki Salih Nebi’nin devesinin kanıdır
o siyah bir belayı gerdanlara taşıyan
gerdanlıklar belki de bir gazap nişanıdır
nice gafil davranıp geçirmişim boynuma
bu takı değil sanki bir bela tasmasıdır
kırılan ip ip değil pak yüreğimmiş benim
dökülen de taş değil gözlerimin yaşıdır
ve “fe sabrun cemilun v’Allah’l-müsteanu…”
ki O biliyor bir tek,bu iffet savaşıdır
V
ifk
nur ordusunun bir soylu neferi
çöl serinliğinde nur aramakta
Saffan ibni Muattal es-Sülemi
gecenin göğsünden huzur sağmakta
içinde bir deniz sakin mi sakin
birden kabarmakta,dalgalanmakta
-O’ndan geldik O’na döneceğiz biz
ey annemiz işte devem,buyur,bin
kutsal emaneti o taşımakta
kafile görünür tan ağarırken
emaneti ulaştırır şafakta
bazı gözler ihanete ayarlı
bazı gözler takılmıştır çapakta
göklerin gelini yalnız sorudur
düşman sınanmakta,dost sınanmakta
atılmıştır pak damene bir çamur
Allah yıkamağa hazırlanmakta
düşman atsın taşlarını gam değil
dostun attığı gül yaralamakta
göklerin gelini baba evinde
çektiği ah yeri göğü sarsmakta
VI
muştu
Ümmü Rûman sanki kurumuş çınar
Sıddîk dostluk için bedel ödüyor
gelin gözlerini dikmiş o nura
nur da her an göğe nazar ediyor
bir Yusufcuk konmuş hurma dalına
telaşlı telaşlı bir şeyler diyor
halden anlamayan zavallılara
aldığı haberi tefsir edeyor:
bakma insanlara göğün gelini
sen göğünsün,göğe aç ellerini
eğer kullanırsan kor yüreğini
v’Allahi sallarsın arş direğini
ve göğün gelini yüzünü döner
meleklerde sükut fırtına diner
bir yaralı gönle hassas kapılar
açılır,açılır ardına kadar
gözyaşından kanat dua kuşuna
ışık hızı erişmez uçuşuna
nur sevgili gelir:müjde Hümeyra
Rab akladı seni senâ et O’na
birden aydınlanır yüzü Sıddîk’ın
ve Ümmü Rûmân’a taze can gelir
yüreğin umudu emdiği bu an
Yakub’un gözünün gördüğü andır
Adem’in Havva’ya kavuştuğu dem
Nuh’un toprağa yüz sürdüğü andır
İbrahim’e ateş cennet kesildi
İsmail’in kurtulduğu zamandır
ebeveynin gözü güne can verir
ve derler,teşekkür etmelisin sen
tek cevap göklerin hür gelininden:
Rabb’ime teşekkür ediyorum ben
Meryem saflığında bir de itiraf:
vahiy benim için inmez sanmıştım
binler şükür olsun ben aldanmıştım
ey yerin annesi gökler gelini
Yusuf’u zamandan çekme elini
ey yerin annesi gökler gelini
Yusuf’u zamandan çekme elini
zeyl-c
örtüne çiçek düşürdüm
namluya duanı sürdüm
sen ağlamasaydın anne
gül mevsiminde üşürdüm
VII
güneşimi vurdular
dalgalar sırılsıklam, dökülmüş elleri kolları
yorgun argın, güneşi kıyıya sürüklüyorlar
kıran kırana vuruşuyor hüzün mavisi ışıkları
ıskalayan tüm kurşunlar onda karar kıldılar
çoktan gelmiş olmalıydı göğün ak kanatlıları
beni alıp götürmedi, neden bu sabah sular
sahi,
unutmuşum,
güneşimi vurdular
denize düşerken gördüm aldırmıyordu insanlar
bulutların arasından yuvarlandı koya
önce burna çarptı çığlık çığlığa kayalıklar
sonra can havliyle devrildi suya
ah…bayram etti cümle balıklar
ama bir gariplik var, hiç ağlamazdı kuşlar
sahi,
unutmuşum,
güneşimi vurdular
ışıktan öpücük konduruyor sahile sular
ellerim hatırassı, güneş bulaşıığı ellerim
abdest organlarımda hâlâ izi var
şafağın bitmesini boşuna beklemişim
gözlerime ne oldu, neden bir tuhaf oldular
sahi,
unutmuşum,
güneşimi vurdular
ne geceler atardım önüne,hepsini de yerdi
ayrılığı felaket, yanımdayken burnuma tüterdi
eyvah ki yalnız beni değil yıldızları da kırdılar
onlarsız yapamaz, bilirim, hep koynunda yatardı
geç oldu, hâlâ anlayamadım, saati niçin sordular?
Sahi,
unutmuşum,
güneşimi vurdular
tam alır yerinden yemiş kurşunu güneş
melekler her ahından bir cehennem yontarlar
güneş ki masum kadınların iffetine eş
göklerin maksadı ne ki kırılıyor gerdanlar
neden beni okşayan melekler uykudalar
sahi,
unutmuşum,
güneşimi vurdular.
1992-96
göçmen kuşlar¹
hançerlenmiş çatal yürek iki baş
başbaşa vermişler konuşmuyorlar
yetimcegözlerden savruluyor yaş
yağıyordışarda içli içli kar
çatal yürek hançerlenmiş bir çift baş
bir kuş kör kafeste babasız kalır
kavrulur bir serçe anasızlıktan
ah gülmeyen gözler yollarda kalır
dökülür yaşları vefasızlıktan
bir kuş kör kafeste babasız kalır
yataklar küf gibi zindan kokuyor
küsmeler küsmeler ve barışmalar
bir dost yüreğimde sevgi dokuyor
ayrılık gözyaşı son sarışmalar
yataklar küf gibi zindan kokuyor
herkesle gülünür fakat çilelim
ağlanmaz herkesle unutma bunu
dostluk yemininin üstünde elim
bölmez mi bölmez mi hasret uykunu?
ve gülmek ki tokat tokat çilelim
kadehler dolusu baldıran zehri
gördün, göz kırpmadan nasıl içilir
bilirsin haldaşım bu zalim şehri
burda dirilere kefen biçilir
korkusuz içilir baldıran zehri
bak körpe ceylanlar nasıl vurulur
zalim avcı gezer bizim bağlarda
ceylanları vuran eller de kurur
bir parça kırmızı kir kalır karda
yavru ceylanlar bak nasıl vurulur
hangi dost dikmişti şu tomurcuğu
bağrımın içinde göğerip duran
ey kara günlerin dertli çocuğu
senin nabzın mıdır ranzamda vuran
söyle kim dikmişti şu tomuruğu
ne açmaz gül imiş ah şu bahtımız
ağarsa mı ola kıpkırmızı tan
yad elde kuruldu payitahtımız
hüzün sarayında bir garip sultan
ne açmaz gül imiş ah şu bahtımız
artık güneşlerde kara doğuyor
geçmiyor umudu vuran zamanlar
hayat yıldırıyor hayat boğuyor
bilmem kimin için çalıyor çanlar
güneşler de artık kara doğuyor
bu yağmur bu yağmur niçin yağar ki
görmez mi bir çift göz suluyor yeri
vurulanlara su sunma be saki
kavrulsun garibin yansın yüreği
bu yağmur bu yağmur niçin yağar ki
her seher uzaktan bir horoz sesi
ne çılgın yalıyor parmaklıkları
esiyor Yusuf’un kutlu nefesi
yıkıyor Züleyha kara duvarı
Iraklardan yanık bir horoz sesi
gel yaralı serçem küsme bahtına
vurma kayalara allı başını
anka kuşu olsan geçmem tahtına
bir sen kaybetmedin can yoldaşını
yaralı serçem gel küsme bahtına
ey kara çayımın buğulu kiri
kıvrıla kıvrıla nere gidersin
ötelerden eğer sorarsa biri
bırakmadılar da gelmedi dersin
kara çayımın ey buğulu kiri
mahpus ranzam soğuk yüzüne senin
sahte gülüşleri tercih ederim
meftunu olmuşum demir kefenin
sende yaşar, sende ölüp giderim
mahpus ranzam soğuk yüzüne senin
gece yine kustu bütün kinini
her saniye can çek, kıvran, sabah et
efendi, demirbaş kabul et beni
mevcut listesininbaşına kaydet
gece yine kustu bütün kinini
Derde sevdalıyım derde vurgunum
bu sevda düşürür eline cânâ
hep sürüklenmekten inan yorgunum
niye kattın gittin seline cânâ
perişan dağınık ve de bozgunum
ne çare düşmüşüm diline cânâ
Eyyub’um Yusuf’um hadi Mecnun’um
amma dayanamam yeline cânâ
yanmış vurulmuşum, meftun olmuşum
saçlarının bir tek teline cânâ
yüklenme bu denli kurban olayım
yetmez mi savurdun külüne cânâ
derde sevdalıyım derde vurgunum
yerine varmamış dileklerimi
götürün melekler n’olur götürün
soldurmayın açmış çiçeklerimi
Mevla’dan dertlere derman getirin
yerine varmamış dileklerimi…
bütün umutların bittiği yerde
hayret ölüler de volta atarmış
inanmazsan civan bak yarıver de
gönül mezarımda kimler yatarmış
göster can alıcı o melek yerde
doğduğum yerlerde vurgun mu oldu?
sular mı yürüdü memleketime
soldu, gün görmemiş menekşe soldu
kaç hançer saplandı safiyetime
doğduğum yerlerdevurgun mu oldu?
arasıra kuşum uç üzerimden
vefasızım amma belki özlerim
bir de sen oklama ta can yerimden
gel, bugün de taşma ırmak gözlerim
kuşum arasıra uç üzerimden
göç eden kuşların gözleri kara
dayan gülüm dayan bahar gelecek
muhabbet ne büyük kapanmaz yara
ölecek yaralı serçe ölecek
dönecek mi söyle kuşlar bahara?
Bir güzel düş gibi bir hayal gibi
ssen de git can kuşum, de var sen de git
dost mezarı içim bulunmaz dibi
düşersem aklına el aç niyaz et
belki bir su yürür…içim çöl gibi…
ağıt ve raks²
-Nadir Özkul’a-
ben oyumu felakete veriyorum şeyda
sana dönük yanımda çengiler mat oluyor
saadet-zedelerin morga çevirdiği bir dünyada
bana alevden kostümlerle dans etmek düşüyor
ve şeyda ben oyumu felakete veriyorum
yolum uzadıkça kabaran direncimi
her düştüğüm yeri öperek bileyliyorum
kolay gele demek de nerden çıktı şeydam
gürbüz doğumlarda bir nice ananın harcandığını
imbatla gelenin kabayelle gittiğini biliyorum
senin aldanmak dediğin bana merhem oluyor
gördüğüm kışı zorlu geçmeyen yılın baharını da
saksıya dikme gülleri ilk güneşle soluyor
işte bu kısrak yokuşta çatladı demen için şeyda
dünyanın tüm düzlüklerine kin besliyorum
geç bi yol nazlı, güleryüzlü şiirler yazamam ben
esenlik şölenleri bitti vakt-i çerağanda
vakt-i kahırda hüzün fasılları demidir bu dem
gör ki raksederek ağlamak da varmış hesapta
ama ne raks’ı ne ağıt’ı ben Endülüs’ü evetliyorum
artık bol kahkahalı çokşükürleri bıraktım
esenlik bildirilerini harcıalem mutlulukları
denizi uslu gösteren kartpostalları yaktım
fakat şeydam bir avuç külü yakamadığım için
ben oyumu felakete veriyorum
1984
binbir gece acıları3
söylerken ağlayan şair
doğururken ölen ana
ikisi de bir
aşk ve acı haberim olmadan
en ücra yanıma sığınabilir
I.
güneş ellerini çekti yakamdan
sızısı kasıklarıma vuran arz
kendini bana çalıyor
yaralı bir atın toynakları gibi
kirpiklerim
beni ele verecek diye korkuyorum
son soluğu
koynundan çıkardığım resmin ilişiğindedir
dudaklarında yarım kalmış bir sevda
acının silik bir kopyesi yüzünde
gözlerini görmedim
kaçırmışlar
Beşparmak’ta bir adam
yarasına bakarak
suzinak makamında susuyor
gelme çocukluğumun hasnâ perisi
düşlerimde yeşillen
yaban gülleri, zambaklar toplayayım adına
rüzgarın eline tutuşturayım
ismini yazıp yapraklarına
uçurtmalar yapıp
dudaklarına doğru
II.
caddelerde bir yığın insan
saçlarının rengini
bilmedikleri sevgililer için
öldürdüler birbirlerini
biliyorum, alımına karşı
hep eğreti bir yanım olacak
tedirginim, kuşkuluyum, çaresizim
şimdi her döndüğüm köşede
aradığımı bulurum diye korkuyorum
askerde, Kars’ta
umudumu bağladığım tek ağaca
ceza verdiler
derdi neydi, kim bilir
kendini astı diye bir er
o gün bu gündür
nerde bir ağaç görsem
yanıma ölüm gelir
bayım, buyurgan bayım
bahar gelmiş derler
kime sorayım
III.
perakende ölümler öleceğiz bu sezon
kıyam etmiş Kerbela’nın sakileri
bulutlar çölde bir çeşme arıyor
düğünlere salt ağlamak için katılan biri
çigan bir hayatın çetelesini tutuyor
bastırıp sağrısına elini
bu şırfıntı
binbirgeceden arta kalan bu acı
korkarım ki bana yar olacak
zamantı’nınserin sularında
bir türkü yakamozlanacak benden geriye
kerhen atılmış bir imza
hayatımın sağ alt ucunda sırıtacak
içini açtı bir zambak
bir şiir öksüz kaldı
perde kapandı, kalem kırıldı
ve işte son gemi de yandı
belgelere geçsin “top secret” kaydıyla
artık nihai sözümü söylüyorum:
-rahman, rahim olan Allah’ın adıyla
1985
hâki zamanlar4
bu zeytûni, bu mecbur edildiğim
öylesine aşüfte bir hayatı
çıkarttım gözümden
çektirdiğim resimleri, cop izlerini…
koynuma iki yılan gibi sokulan o yıllar
hayatımın hava parasıydı, ödedim
konuş dediler konuştum, sustum sus dediler
bana hainliğin yakıştığını söylediler
gereği gibi oynadım verilen tüm rolleri
yuhalandım ve alkışlandım, ama şimdi
söndü sahne ışıkları
ardımda kötü bir isim
dostlar,
sessizce terkediyorum burayı
bir hâki zamanın sır tutanağı
bu belgeyi bırakıyorum geleceğe
kafesler içinde kafesler
iniltiye dönüşen ninniler var şimdi içimde
bir ihtilal gibi yayılıyor acı
geçmişime
geleceğime
kalbimle aramdaki o girilmez vadiye
ben bir yasak işledim, sorgum yapıldı
suçsuzum dedim, ama değildim:
imrenerek bakmıştım uçan bir kuşa
katilini emziren bir ananın acısı bendeki
bir seyyahım ki ölümümü sırtımda taşıyorum
sanki yaşıyorum bu minval üzre
bir gün bana darağacı olacak
bu söğüdü sulamak zorunda kalmışım
çaresizliğim!
çaresizliğim!
kendimi vuracak bir kıyı bulursam
biraz daha kahır yüklenirim
sokaklara çıkmam ne de balkonlara
çekilirim gönlümün sıkıyönetimi olmayana diyarına
1985
güneşteki lekeler5
bugün ihanet günüdür
güller kendi dikenlerince kanatılsın
şairler öz elleriyle boğsunlar şiirlerini
söyleyin akrebe bugün ihanet günüdür
aşıklar çiçek sunarken sevdalılarına
siyanür damlatsınlar şebnem yerine
kahramanlar kurtardıkları vatanın
dönüp kendileri geçsinler ırzına
kıravatlar boyunlara, darağaçları cellatlarına
bir kerecek göstersinler öteki yüzlerini
duyurmak için geceleri ağlayan anaların sesini
ihanat etsin bugün de koyunlar çobanlarına
ey yüreğime giyindiğim insanlar
bir çeşni katın kronik ihanetinize
yürek üşürse titrer o titrerse gök sallanır
bir kerecik siz de ihanet edin ihanetinize
seni anınca köpekler ve atlar hatılanacak
ardından korumaya alacaklar neslini
“sen de mi ey!..” demeyecek artık kimse
Sezar sevinecek Brütüs şapka çıkaracak
intihar ağacı mısın ki herkes kendini sende öldürüyor
kan çanağı gözlüm benim Karacaahmed’im
seni ağlatan o nesne alemi güldürüyor
kaç insan soyundun gönlüm kaç ihanet gördün bugün?
1991
sana onları adayacağım
ekmeğime katık, aşımın ateşi
acılarımla başbaşa kalmak istiyorum
yalnız onlar anlıyorlar beni
ve yalnız onları dinliyorum
hayatıma girdin madem
andacım ol hatıramı yaşat
ne beni anladığını söyleyen
ne de yüreğimin gedikli konuğu alsın
sen al acı
senin olayım
beni sen kuşat
kirli kentte, otogar camiinin avlusunda
kırıldı umudumu dizdiğim tesbihim
ben yavrularını yiyen bir kedi gibi
azıtmayı kuruyordum söyleyemedim
bir gül ki ellerinle büyütmüştün
dostların öğütlemişti koklamadan ezmeyi
yarım kalmış o cümleyi söyleyemedim
yaşamak dediğin bir lüks oldu benim için
bundan böyle duyduğun her korna sesinde
biliyorum, gözlerin çiçeklenecek
aşk ağlatır derlerdi
söyletmedi, bu dert söyletmedi beni
uçan kuştan sakındığın bir yaralı goncanın
canına kasteden sen olmasaydın
hatıra defterinin arasından düşen
bir kuru yaprak verdi seni ele
yaşadığımı sanıyordum ya
anılarının arasına çoktan girmişim bile
madem ki ayrılığa hüküm giymiş bu yürek
artık ölmek için yaşamak gerek
hayatımın gözlerinden
damıttığım bu şiiri bin kez ölerek
sana adamamı bekleme benden
gün gelir tütmez olursa ocağım
acılar var bende duvağı açılmamış
bekle
sana onları adayacağım
1985
bir kırık ezgi
sevinmem sevince benzemiyor
ne de üzülmem üzüntüye
gözde geçirilmiş sözler söylüyorum
ömrüme ilişkin
belki birazcık avutur beni diye
ağlamayasın için susuyorum
benden almayasın kara haberi
ağlama ki sakinleşirsin diye korkuyorum
fırtına habercisi gözlerinde
yarasalar uçuşuyor yine
gözyaşların bir kurşun ta şurama saplanır
sen ağlama İbrahim Erciyes gazaplanır
yüreğin işlevini bilmeyen bu insanlar
haber bülteni dinliyorlar
ölümler duymak, kimbilir
cinayete doymak için belki de
birbirine uzak iki zambak hakkında
benim ildiğimi bilmiyorlar
derdimi ancak papatyalara açabildim
şimdi onlar taç yapraklarını yoluyorlar
heba oldu sandığın yaşların hsplanır
İbrahim sen ağlama Erciyes gazaplanır
toprağın burnumda tüttüğü bir kış günü
bir cümle eklemişsin babamın mektubuna
sade ve kırık
karların eridiği zaman çözdüm düğümü
sevgiyi toyken tanıdık gülüm
tutma elin yanar demediler
hayatımızı tek bir mevsime göre ayarladık
başka mevsimlerin olduğunu öğretmediler
evimiz barkımız bir yüreğimiz
öyleyken ateşimizi çaldı
aziz kardeşlerimiz, prometeler…
bilesin ki bizim oldu hayatın çirkin yüzü
bizim oldu yılkı acılar
bizim oldu gülüm, kırık ezgiler
bu yokuşun ardında bir gül iniş saklanır
ağlama sen İbrahim Erciyes gazaplanır
1985
persona non grata
-Yaşar Kaplan için-
yara gür, kan, kabzada dost eli
yüreğime, hatırıma, hatırama
buyruğa pür-teslim bir bıçak gibi
dokunun bana
benim Nil’le gelen çocuk
çörden-çöpten ve umuttan
yuva kurdum yılanlara yakın, insanlara uzak
yılanların elinden ve dilinden emin oldum
şimdi yuvamı insanlaım yıkacak
Düzenler, düzenekler, mevhum dünyalar…
ömrüme zifiri kırk kapı açılmış
yetiş ya cehalet diye çağıranlar
yarasalar ülkesine bilge seçilmiş
emanetim ben size, zimmetiniz zimmetim
kanım, malım, ırzım ve izzetim
dişlerin ve tırnaklarından kanım damlar
tükür, yoksa öldürecek seni etim
bir Uhdud güzeli bana doğru geliyor
beni kucaklıyor bana alev veriyor
dokunmazlığım yanıyor önce
külleri layüs’el gözlere saruluyor
göller vardı dizi dizi
suyu afyon, dalgası narkoz, balıkları esrik
bir ada olmak istedim ayılacaklar için
üstüme kara bulutlarını gönderdiler
Atlantis’I oldum hercai coğrafyanın
köle olmamaktan yargılandım
köleler ülkesinde
boynumda ‘uyumsuz’ yaftası
itaatı putlaştırmadığım için
hür diye satıldım
zincirleriyle övünen birine
dokunun bana hadi dokunun
ki yara gür kabzada dost eli
mahfuziyetim, masumiyetim yok benim
insan olmak ayıp değil
dokunun da anlaşılsın hikmetim
1986
Mendeb
gül bezenmiş diken üzre can üzre
gün gün en bakir yerim kanar
kıl ve kılıç cambazıyım
a dostlar
1984
takdim
özlemekten yorulmuşum kapında durdur beni
ucu sana dek ulaşan bir zincire vur beni
beni çöllerden sorma ki sonra mecnun yerinir
aşksızlıktan taş kesilmiş şehirlere sor beni
karanlık yerlerimi bir bir soyundum asfaltlara
şimdi yüreğim üşüyor giyindir ey nur beni
ben Leyla’ma gidiyorum çekil önümden leyla
gayri cennet olsan durmam bak çağırıyor beni
toprağımın gözlerinden çöllerin yanağına
süzülen bir damlayım yar kabul buyur beni
hangi denize attımsa tutuştu saçlarından
bir kez bak yoksa bu yürek yarı yolda kor beni
1990 medine
nerdesin?
-acıların kadını’na-
göğe baktım gözü yaşlı
yere baktım yer yaslı
sular bugün kan tadında
eski yeni, büyük küçük, kara kızıl
tüm dertlerim burdalar
sen nerdesin?
sen ve kuşlar
gözyaşının gözyaşına
benzediği kadar benzziyorsunuz
vurulan bir ceylanın yavrusuna söylediği
şarkıyı söylüyor onlar
bu sabah yine kondular telörgüye
beni acımla başbaşa bırakmadılar
sen nerdesin?
hava soğuk, dışarda kar yağıyor
her zaman ellerim üşürdü
bugün içim üşüyor
hasretin geldi, hayalin geldi
bak, kokun da geliyor
bugün Yakub oldum bre hey
ey acıların kadını
sen nerdesin?
29 Ocak 1996
muştu
ey kötü ikramı saadet olan
tüm zzamanların kutsal seyyahı
konaklayacağını duyunca tüm yıldızlar
takınarak tüm zinetlerini
önünde sıra sıra dizildiler
ayaklarını başına taç etmek için
soyundular, giyindiler, süzüldüler…
küçük bir yıldız
bir köşede boynu bükük, mahzun
öyle ağladı ki
denizler, okyanuslar oluştu
hüznü seven tarafınla sen
geçtin güzellerini, geçtin büyüklerini
gelip önünde durdun bu mahzun kızın
saçlarını dağıtarak raksa başladı birden
güzelliğinle başını döndürdün
“dünya” adlı bu derbeder yıldızın
şimdi,
dünya seni göstermek için
ay seni görmek için dönüyor
düşman oldu güneş
seni örten buluta
biliyorum bu kainat mecnunu
vurulmuştur sen güzele bencileyin yanıyor
adına kıyamet diyecekler
yokluğunu farketmenin
güneşin gözleri kararacak
her gece sabırla seni aramaya çıkan
ay çatlayacak
dünya başını yıldızlara çalacak
adına kıyamet diyecekler
seni yitirmenin evrensel mateminin
1990
şafağa beş kala
olay var
gök basınında sürmanşet
olay var
fillerde hayret, kuşlarda dehşet
gözler güneşin doğduğu yerde
gözler güneşin doğacağı yerde
olay var
bir kılıç kınından sıyrılmadan
bir damla kan düşmeden toprağa
bir ok yayından boşanmadan
nasıl kırılır koca bir ordu?
gözler güneşin doğduğu yerde
gözler güneşin doğacağı yerde
bir yarımada
ona daha yakın olmak için
denizler bile ona sokulmada
Yunus’un kardeşi
Adem’in hikmeti
İbrahim’in duası
İsa’nın müjdesini görmek için
gözler güneşin doğduğu yerde
gözler güneşin doğacağı yerde
1990
yâ-sin6
-İnsanlık Güzeli’ne adanmıştır-
ey insan
ey yüz akı gönül aydınlığı
kabul olmuş sadaka kadar güzel
bir duygu sarıyorseni anan yüreğimi
bastığın toprakla yıkadığın gözüme
şimdi güneş bile siyah görünüyor
ey yüz akı gönül aydınlığı
ben kendime ağlarken Uhud’da ağlar mıymış
Hıra’yı mahzun gördüm soramadım sevgili
hasretinin dışında başka derdi var mıymış?
ey insan
içimde büyüttüğümtüm çiçekleri
sana adıyorum
ıtırları, yaseminleri, menekşeleri
lale bana kalsın
kapına çiçeklerin karalısını sunmaktan
utanıyorum
dua çıkmayan göğe sevdalar çıkar mıymış?
bülbülünü kaybetmiş bu evrensel bahçede
dikenler bile bir hoş, gayrı gül kokar mıymış?
ey insan
göklerin öğrencisi, yerlerin öğretmeni ey
sen öğrettin taşa konuşmayı
ağaca selam vermeyi
aya yarılmayı, toprağa dürülmeyi
göklere kurulmayı, durmayı zamanı
yılana ve deveye sevmeyi
ölmeyi, öldürmeyi
yaşamayı sen öğrettin insana
o bengisu gözünden fışkıran pınar mıymış?
baharların kaynağı ve yolunu gözleyen
bir ben sevda şehidi, bir de şu çınar mıymış?
ey insan
ey tebessümünden cennetler yaratılan
gül bahar geliyor, ağla gök seviniyor
gözyaşını karanfil diye göğüslerine takan melekler
kapında divan durup ağlamanı bekliyor
hüzün kuruluyor ekmekten önce sofrana
bunun için bir bir uçuyor sevdiklerin
bu yüzden öksüz, bu yüzden yetim kalıyor
efendisi yetimlerin.
niçin döndü bu rüzgar yol vermez dağlar mıymış?
yine Ferhat kesildin bu ne canhıraş gönlüm
bağrını deldin diye dağlar da ağlar mıymış?
ey insan
sen olmasaydın
insanlar ölmeyi öğrenmeden öleceklerdi
yaşamanın özgül ağırlığını
keşfetmeden yaşayacaklardı
hayat fahişe erkeklerin elinde
bir yosma gibi hırpalanacak
hangi mevsime el atsak
elimizde yapış yapış bir şeyler kalacaktı
acımı tartamayan aşkımı tartar mıymış?
gönlüme yol vermeyen şu zifiri perdeyi
o cennet elleriyle lûtfedip yırtar mıymış?
ey insan
sen olmasaydın
Yusufçuk kuşunun ne dediğini
yılanların niçin toprak yediğini bilmeyecektim
herşey çift yaratılırken niçin birşey tek?
bilmeyecektim bir gövdede mücevhere dönüşen taşı
hem yol, hem yolcu, hem hedef olanın
içinde kopan amansız savaşı
olmasaydın sen
çekilen dizde derman gözümdeki fer miymiş?
kendimi bir kum diye atıversem çölüne
ona vurgun bulutlar üstümde gezer miymiş?
ey insan
senin sırrın
gözyaşının terkibinde saklıymış
bu gerçeği bir denizin dudağından öğrendim
gecenin bir vaktinde bir sevgili ağlarken
bir dişi varlığını varlığına adarken
bir erkeğin ellerinde
ölüm havlu atarken
haklıymış
söyle gönlüm bu sevda mahşere kalır mıymış?
alışılmış sözcükler yükleyip kanadına
ona doğru uçursam katına alır mıymış?
ey insan
ey güneş hamilesi
bir kere doğarmışsın
bin kez doğururmuşsun
parmakların sevdanın kesilmeyençeşmesi
onun için ağlıyor yeni doğan bebekler
doğur, doğur ki dünya kaybetti gözlerini
doğur ey İsrafil’in nefesi
ey güneş hamilesi
sen olmazsan gemide bu tufan diner miymiş?
gemilerin de yandı sil aklından dönüşü
vakt indi yüreğim gidenler döner miymiş?
ey
ey ins
ey insan
hıncını hıncıma kat
sancını sancıma kat
pamuktan ellerini geçir yürek halkama
ister ayağın katına çek
istersen yerlere at.
1990-91 , Medine-Kahire
intizar7
el açûben eşiğinde durduğum râh aşkına
perdeni çâk eyle de gel çektiğim âh aşkına
iftirakın rûz u şeb bendeni dilhûn eyliyor
bas kademin bağrım üzre şâdet Allah aşkına
1984
şiir pürşiir
dikenini can yerimden
ne olursun çekme gülüm
Yakub’unum gözet beni
ıraklardan kokma gülüm
kutsadıklarım senindir
beni varlığınla sindir
mevsim senin mevsimindir
yaprağını dökme gülüm
yeldirme beni peşine
erdir biyol gelişine
şimden geri ateşine
kerem et de yakma gülüm
çile ve umut 8
kader yükünün göçünde
derviş sabrıdır içimde
çok gece erir saçımda
sıksam bahtım renkli akar
çağır gelsin bengisuyu
yıkasın hû ile hûyu
açın gökteki kuyuyu
dua yüklü eller çıkar
bir uslanmaz mor denizim
suya vurdum ayak izim
ötelerde yakup gözüm
yusuf bana çile kokar
av kışında süreğimin
dibi gökte direğimin
gizeminde yüreğimin
özlem muştu şimşek çakar
1980
viran gazel
vermişim senden bir haber el var gün var utandırma
kapanmışım ayağına naz eyleme usandırma
söz almış ahd eylemiştik belgeler var yüreğimde
sen sen ol da beni düşman dediğine inandırma
bu ne kovanımda yağma çiçekler sana intizar
zambağa benzetip beni dikenleri kıvandırma
vurulan her bir kuş ile yere düşen ben olurum
beni bir kurşunluk yârinkapısında dolandırma
iyi bildiğim tek şeydir yeter ki ağla de bana
uykuma çok usuldan gir düşlerimi bulandırma
vermişim senden bir haber el var gün var utandırma
kapanmışım ayağına naz eyleme usandırma
1987
sevda
beni benden alıp alıp götüren
saçını rüzgara katarsın sevda
şaşma ufuk gibi yandığıma sen
bende doğar bende batarsın sevda
âfet yakar diye duyulmuş gözün
bir çift namlu gibi oyulmuş gözün
beni çıldırtmaya koyulmuş gözün
mermini şurama atarsın sevda
ağlayışın yaman, gülüşün yaman
pençende yüreğim başımda duman
ciğer kebap olup, yandığım zaman
su değil, baldıran tutarsın sevda
ben gün doğusunda beklerken seni
neden hep lodosa açtın yelkeni
turnalar mı alıp gitti neşeni
şimdi hangi koyda yatarsın sevda
bırak sürükleme suyuna beni
hedef bendim, gerdin yayına beni
ne dehşet getirdin oyuna beni
betersin, betersin, betersin sevda
öfke ve hakikat
hayata bir yerinden
iliştirilivermişim
eğreti bir kimliği kabullenmek zorunda oluşum
topuklarıma kadar çıkan yağmur
ne kadar dünyalı olduğumun belgesidir
ensekökümde çakılı bir dağ
hep birşeyler saklıyor benden
uzak ülkelerden pembe ezgiler dinleyen ben
yazık, yastığımın nabzını bile dinleyemiyorum
hayallerimde acılarım gibi naftalinli
putlar, hayatla aramdaki barikat
boğazıma kadar girdiğim öfke
tufanında boğacak beni hakikat
kızgın yürek şiiri
kurşunlar el altında bir yerde dursun
kütüklükte bir atımlık sevda daha kaldı
insanlar birbirlerini yüreklerinden vursun
silahımın namlusu gül kusmaktan usandı
uyandırın öfkeleri kudursun
söyleyin anama ölecek çocuklar doğursun
bugün yine kan verdim yeryüzünün damarlarına
bugün yine ben vuruldum
ağlama
gün doğacak toprağımın çocuklarına
umudu birkez daha çevirdim yolundan ama
söyleyin anama ölecek çocuklar doğursun
adını Bedir koysun
yakında dağlar kızacak, biliyorum
gökler kızacak, yerler kızacak
sürmelibey biraz daha diye dursun
artık ben de fırtınalar ülkesine gidiyorum
bu kış çetin olacak ocağa yüreğimi vursun
söyleyin anama ölecek çocuklar doğursun
1991
bende kalsın
al da git eğreti gülüşlerimi
isyanı kutsayan yüz bende kalsın
maviye boyama zor düşlerimi
gemimi yakacak köz bende kalsın
mermere saplanan bir deli su’ca
nefreti sevdama etmişim boca
karanlığa dönük bir çift namluca
tetikte bekleyen göz bende kalsın
neşeyi açmadan solanlara ver
gülüp eğlenmeyi yılanlara ver
baharı, bahçeyi çalanlara ver
Van Gogh’un çizdiği güz bende kalsın
bilirim yol uzun sürmek zor ama
çekmediğin kahrı koy matarama
azık kıt, vakit dar, tuz bas yarama
çiledeki aziz giz bende kalsın
1986
menfi
hayret bu ayak izleri neden aşınmaz ki
toprağa soğuk damga vurmuş gibi
Dersim, zarif boğazlarda yağlı ilmek
kılımın döğmelendiği sınıfta zor dersim
analar sürgününü sürgünlerde büyütsün
babalar at toplasın Ova’dan Zapsuyu’ndan
sürgünüm gülle gibi döğecek meyvelerim
Mekke’min putlarına erişecek dal oldum
ölmeye yatkın ağaç doğum yapsa canhıraş
ona da sürgün derler
sürgünü sürgün etmek ata kamçıdır desem
algın derler çılgın derler
ve bir koca çıkar Erciyes’I dolar başına
cevaplar tümü adına Seyrani’ce
/bozmak mümkün ise aklım bikrini
boz da bakir iken dul gönder beni
hakkın mekanından özge bir mekan
bulmak mümkün ise bul gönder beni/
1982
dilli şeytan
suç aleti
ağzın barut kokuyor
çevir namlunu bana
ordunu üstüme sal
ağzını öbür yana
bal şerbeti sundun dostun
kırk kâse hangisinde zehir
al yak yüreğimde sigaranı
seni dilinden tutuşturur
uzat ellerini tutunayım
diline söz geçir sen
ziyanı yok tek cevapsız kalayım
duyulmuyor sesiniz
yaramda dil izi var
kurşunlar
nerdesiniz
1986
heyelan1 I
-havada bulut var-
geceleri gündüzlere örten
yılanlar gibi
örttük üstümüze muttasıl uykuları
yorgan yerine
Eshab-ı Kehf’in paylaşılan mirasından
yalnız uykusu kaldı bizde
atımızın terkisinde kızılelma çıkını
ayışığında koyulduk yola
kanımız damarlarımıza tıkıştırılmış delilerdi
hayaller denizine açıldığımız sallarla
heyamola çekiyorduk harikalar diyarına
onyedibin alemi bir pula sattık
çiğnediğimiz her yasakla onurumuz yükseldi
gün oldu
bir pula onyedibin takla attık
kıyametin konuk olduğu diyarda
kartalları vurduk
bizi geçmesinler diye
ahir zamanda
rüyamızı kanla bölen ayetlere kızarak
uyandık
kendinde ve agâh her şeye lanetler yağdırarak
tüm işe yarar organlarını kaybeden ben
bir kasap çengelinde bulduğum kalbime
müşteri oldum yeniden
kellemi rehin bırakarak
uykunun bilmem kaçıncı haline ulaşmak için
onlara karşı yürüyerek onların yolunda
gecenin müntehasına dayandık
haykırmanın kutsal büyüsü
işledi iliklerimize
bağırdık anlamadığımız sözleri
bağırdık sözlerimiz anlaşılmasın diye
karaya yüklediğimiz anlamı gözümüze alarak
daldık boyumuzu aşan suların körfezine
1987
heyelan II
-gök gürültüsü-
dolu dizgin sevdalarımızla
pimi çekilmiş bomba gibiydik
kaç heyecan istif ettik meydanlara
kaldırımlar rapraplarımızla uyandı kaç kez
asfaltları kanattık körkütük hıncımızla
sloganlar tilavet ettik ezberden
göndere pankartlar çektik mealler eşliğinde
otağ-ı humayuna ayarlı bileklerimiz
yerinden fırlayabilirdi bir emirle
eklem yerlerinden gelen
civata seslerini gizleyemedik
zihninin ve kalbinin olanca yoğunluğunu
adalelerine aktarmış atletler
yüreklerini molotof kokteyli diye attılar lağımlara
on soruda kellesiz savaşmanın yolları konulu
bilimsel dersler verdik
hem defterimiz hem kitabımızdı duvarlar
öğretmeni ve öğrencisi olduğumuz sınıfın
dost avına çıktığımız günler
bir çay içimi muhabbet
üçüncü hamur seviyesinde ülfet
tersine dönen çarkıfeleğin yüreğini aradık
kendimizi aradığımızı bilmeden
fecirle tehtid ettiklerimiz
üstümüzü örtüyorlardı gün doğarken
bülbüller gibi
1987
Thursday, March 29, 2007
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment