Monday, March 26, 2007

Ölüm Allah'ın Emri

EN SON ÖLÜM GELİR

YİNE DE ERKEN DERİZ

MEVLANA İDRİS

BİSMİLLAHİRRAHMİNİRRAHİM



ÖLÜM: Ruhun bedenden ayrılması olayı. Her canlı için ölüm kaçınlmaz bir gelecektir. Canlılar doğar, büyür ve ölürler. K.Kerim’de ölümle ilgili pekçok ayet vardır.

Her can ölümü tadıcıdır.” (Ali İmran 185)

Onlar için bir ecel tayin ettik ki onda hiç şüphe yoktur. (İsra 99)

Biz senden önce de hiçbir beşere dünyada ebedilik vermedik. Şimdi sen ölürsen, onlar baki mi kalacaklardır. (Enbiya 34)

Yeryüzünde bulunan her canlı fanidir. (Rahman 26)

O, hanginizin daha güzel amel yapaağınızı denemek için ölümü de dirimi de takdir edip yaratandır. (Mülk 2)

Nerede olursanız olun tahkimedilmiş yüksek kalelerde bile bulunsanız ölüm sizi bulur. (Nisa 78)

Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler saymayın. Hayır onlar rızıklanmaktadırlar. Rableri katında diridirler (Ali İmran 169)

Bir gün bakarsınız ki ölüm baygınlığı gerçek olarak gelmiş “işte bu senin kaçıp durduğun şey “ denilmiştir. (Kaf 19)

Her ümmetin (takdir edilmiş) bir eceli vardır. Binaanaleyh o müdddetleri (ecelleri) gelince ne bir saat geri bırakabilirler, ne de öne alabilirler. (Arap34)

Evet ölüm, ademoğlunu bekleyen zorunlu akıbet. Hayatın öteki yüzü, her doğanın kaçamayacağı kesin ve keskin gerçek.

Oysa yaşamak öylesine sinmiş ki içimize.

Mal-mülk, zevk, eğlence ve saltanatlar... Hep dünyada kalacak gibi yaşıyoruz. Ölümü yok etmiş gibi. Sanırsınız ki aslolan bu dünyadır, yalandır ölüm, sonrası yoktur. Yaşamak vardır, allı pullu yaşamak... İnsanlar vardır, teknik, araç-gereçler, gözalıcı binbir türlü eşya, dostlar, iş, güç, bitip tükenmeyen “yarın” hülyaları ve planlar, planlar....

Hayat bütün depdebesiyle yemen olmuştur günlere, ölüm kovulmuştur. Çıkıp gelmemesi, lezzetleri acılaştırmaması için onu unutturarak eğlenceler icad edilmiştir. Hayatın cümbüşüyle ölümü kovduğunu sanmıştır insanlar.

Heyhat! Ama ölüm gelir, lezzetleri acılaştırır. Hayatı yener ve cümbüşü dağıtır.

Güzeldir ölüm. İnsanlara insan olduklarını hatırlatır. Yoksa hayat onları “Tanrı”- laştıracaktır. Allah’tan bütün bütün uzaklaşacaktır insanlar. Ölüm, insanların Allah karşısındaki acziyetleri ortaya çıkarır. İnsanları hizaya getirmek için birebirdir, eşitleyiverir insanları. Zengin ile fakir, güzel ile çirkin, zalim ile mazlum, reis-i cumhur ile çoban aynı çizgiye geliverir ölüm karşısında. Hayatı teslim etmenin soğukluğunu herkes tadar ve hepsi toprağın çağrısına uyup giderler. Ölüm yapacağını yapar ve finali en görkemli şekilde oynar hep. Sadece hazırlıklı olanlar, onu hep hatırlayanlar kolay gider bu finale.

ÖLÜM belki en iyi intikam alıcıdır. Dize gelmeyen zalimler kuzu gibi olur onun önünde. Allah tanımazlar, şaşkın ve zavallı kalır karşısında. Ölüm mazlumların zaferi olur. Ve yenilmişlerin, ezilmişlerin, Allah dostlarının çekip gidişleri en soylu isyandır dünyanın cümbüşü ve yılışık yüzüne; dünyanın dalkavuk ve yılışık insanlarına. ”Alın dünyanız sizin olsun, ben Allah’a gidiyorum!’” anlamına gelir hayatı bırakıp gidişleri.

ÖLÜM güzel ve soyludur. Hele dünya büsbütün kirlenmişse...

Ölüm insanın bir an değil her an yaşadığı bir gerçekliktir. İnsan bedeninde ölüm ve hayat her an yan yana, iç içe ve yüz yüze; insan hücre hücre, her an ölmekte ve her nefes verişte dirilmekte. Hz.Ebubekir’in “Ölümü nasıl bilirsin?” sorusuna verdiği cevap, adeta bu gerçeği hatırlatıyor. ”Nefesi aldığım zaman veremeyecekmiş, verdiğim zaman alamayacakmış kadar kendime yakın bilirim.”

Her can, ölümü tadıcıdır.” Ayetinin manası ölümle hayatın iç içe, birbiriyle eş zamanlı bir biçimde, insan varoluşunun iki kutbunu oluşturması ve insanın ölümü bir an değil her an tatmasıdır.

Ölüm insan için o kadar çıplak ve tanıdık bir gerçek ki tabiata gören gözlerle bakan biri, ölümün hayatta her an iç içe olduğunu ve bunun varlığın yasası olduğunu görür. Her 24 saat bir ölüm provasıdır. İnsan için; dünya, gecesi kabir, sabahı ”ba’su ba’del-mevt (ölümden sonra diriliş) olan bir prova. Bu ölüm provasını vicdanında hissedenler, gündüzün muhasebesini, kabre girer gibi girdileri yataklarına girince vicdalarında yapar, yargılanmadan önce kendilerini yargılarlar. Tıpkı, dünya hayatını hesabını verebilecek şekilde, Allah’ın istediği biçimde yaşayanların, ahiret hayatında ebedi mutluluğu yakalaması gibi..

İslam sitelerinde, mezarlar şehirlerin en ücra ve uzak köşelerinde değil, şehrin merkezine kurulurdu. İnsanların ölümle savaş halinde olduğu değil barış halinde olduğu İslam medenetiyetinde, insanlar ölüleriyle yüz yüze, kapı komşusu gibi yaşarlardı. Aslında bu, kendi ölümleriyle yüz yüze yaşamak demeye gelirdi. Sabah perdeleri açtıklarında, mezar taşları görmek, onlara modern insana verdiği gibi ürküntü değil muhasebe ve sorumluluk hissi verir, kabirleri kendilerinde sürekli nasihat eden bir nasihatçı gibi algılarlardı.

Ölümü öldürmek istediği halde bir türlü bunu beceremeyen modernite ise, çareyi ölümü hatırlatan her şeyi insandan uzaklaştırmakta, yani insana bu en yakın ve en yakın gerçeği unutturmakta buldu. Ölümü kendisine düşman ilan eden modern birey, onu en olmadık yerlerde, en olmadık, zamanlarda, en kötü ve korkunç yüzüyle, kimi zaman trafik kazası, kimi zaman ölümcül bir virüs, kimi zaman intihar, kimi zaman kitle imha silahları ve kimi zaman da radyasyon vs. biçiminde karşısında buluverdi.

Bir yanda, ölümünü göğsünde taşıyan onunla tanış, biliş olan, dost olan İslam insanı iki dünyalı, bir yanda onu hayatından uzaklaştırmak isteyen fakat bunu beceremeyince onu görmezden gelen, yok sayan modern birey!

Tek dünyalılar için ölüm bir bitiş, bir son gibi algılanır. Onu ötesi yoktur. İnsan toprak olup ebediyen yok olacaktır. iki dünyalılar için ölüm, doğum kadar doğal ve tabi bir ”geçiş” noktasıdır. Perdeyi aralar, bir alemden diğerine geçeriz veya bir köprü vazifesi görür.

Tek dünyalılar, hayatlarında yaptıklarının hesabını veremedikleri zaman, veremedikleri için ölüme sığınırlar, yok olmakla kurtulacaklarını sanırlar. İki dünyalılar hayatlarının hesabını vermek için ölüme hazırlanır ve giderken “er-Refikül_ala” (yüce dosta) diyerek giderler.

Tek dünyalılar için ölüm bir “kaçış”, iki dünyalılar için ölüm bir ”kavuşma”dır. Tek dünyalılar, yatırımlarını hep dünyaya yaptıkları için, ölüm deyince gözleri yuvalarından çıkacakmış gibi olur ve yüzlerinde korkunun rengini görürsünüz. iki dünyalılarsa yatırımlarını, orantısını kurarak iki dünyanın ikisine birlikte yaparlar ve bu nedenle de onları ölümle korkutamazsınız. Onları ölümle korkutmaya kalkanlar, hep ölüm karşısında titreyen tek dünyalı zavallılardır.

Evet, ölmek yaşamanın öbür yüzü. Belki de hayatı anlamlı kılan şey ölümdür. Ölümünü sürekli koynunda taşımayan hayatın hakkını veremez. Ölmeden evvel ölmeye çalışalım. Bir de öldükten sonra yaşamanın sırrını bulamayız. Ölümü ancak bu iki şekilde öldürebiliriz. Ölümün korkusu ölmenin kendisinden çok daha beterdir. Ölümü bu iki şekilden biriyle öldüren bir gün ölür, ölümden korkup kaçmaya çalışan ise hergün ölür. Korkunun ecele faydası yok.

Unutmayınız ki “Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz, öyle dirilirsiniz, nasıl dirilirseniz öyle haşrolursunuz.” Kimin yolunda yaşadınızsa onun yolunda ölürsünüz. Allah yolunda yaşayanlar elbet onun yolunda öleceklerdir. İnsan, dünya hayatında ameller işler, ölüm ile bu sayfa kapanır ve karşılıkların verileceği, adeletin sağlanacağı, kimsenin zerre miktar haksızlığa uğramayacağı, hayatını heba edenlerin tekrar dünyaya geri dönmek isteyecekleri, zorlu bir hayatı geride bırakan müminlerin ise ebedi nimetlere kavuşacakları yeni bir sayfa açılır.

Ölüm, geçici olanla ebedi olan arasındaki bir köprüdür. Ölüm, bir hiçlik ve yokluk değildir.

Muhakkak dönüş O’nadır.

Evet, ölüm gerçek, ne zaman, nerden geleceği belli değil. Bu yüzden müslüman ölümü hiçbir zaman aklından çıkarmamalı, her zaman hazırlıklı olmalı. Kendisini hesaba çekmelidir.

Ölümü her zaman düşünmeli, ölümle dost olmalıyız. Onu güzel olarak görebilmeliyiz. Çünkü müslüman için ölüm fani, geçici, yalancı hayattan ebedi, gerçek, karşılıkların verileceği hayata geçiş için bir vasıta, bir köprüdür.

Madem ki kefenin cebi yok ve dünyadan sadece amellerimizi götürebiliyoruz. Düşünmeliyiz ahirette amellerimiz bizi kurtaracak mı? Tevbe kapısı hala açık, Allah duaları kabul edendir ve hala yapabileceğimiz birçok salih amelimiz var. Toplum, cehenneme doğru sürüklenmektedir. Müslüman sadece kendisini düşünemez. Bu insanlara ölümü hatırlatmalıdır. Şairin dediği gibi :

Şu geçeni durdursam çekip de eteğinden

Soruversem: haberi var mı öleceğinden,

Birilerinin bizi ve toplumu uyarması gerek

İnsanoğlu ne kadar da uğraşsa ölüme bir çare bulamayacaktır. Akşam yattığımızda uykudan sabahleyin kalkmanızın garantisi var mı? İyisi mi gelin ölümle dost olalım. Ölüm bizim için hayatı anlamlandıran şey olsun. Azrail, ölüm meleği belki şu kapının arkasında belki de şuan yanımızda.Azraile selam olsun diyebiliyor muyuz?

Hayat dediğimiz ne ki dostlar gelir ve geçer. Baki olan Allah’tır onun cennet ve cehennemidir.

Allah, bizleri ölümle dost olanlardan ve Rabbine layıkıyla kulluk edenlerden eylesin.

(AMİN)

Ölüm güzel şey,budur perde ardından haber

Hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber

Öleceğiz müjdeler olsun,müjdeler olsun

Ölümü de öldüren Rabbe secdeler olsun

O demde ki perdeler kalkar perdeler iner

Azrail’e “hoş geldin” diyebilmekte hüner

Bu dünyada renk, nakış,lezzet ne versen hürüm
Gözümde son marifet,Azrail’e tebessüm

Hasis sarraf,kendine bir başka yere diktir

Mezarda geçer neyse, onu biriktirir

Şu geçeni durdursam çekip de eteğinden

Soruversem: Haberin var mı öleceğinden

Ölüm bize ne uzak ne yakın bize ölüm

Ölümsüzlüğü tattık ne yapsın bize ölüm...

No comments: