Monday, March 26, 2007

Hicret

HİCRET

Hicret Öncesi Müslümanlar :

İnsanlığa saadet ve mutluluk sunmak için bir hayat nizami olarak gönderilen İslam dini, müşriklerin kinini artırmıştı.

Nefsinin ve arzularının esiri bu insanlar saltanatlarının ellerinden çıkacakları korkusuyla İslam'a ve Müslümanlara akıl almaz saldırıda bulunuyorlardı. Bu saldırıyı o kadar ileri götürmüşlerdi ki, İslam dininin tebliğcisi Hz. Peygamber (s.a.v.)'i dahi incitmişlerdi.

Bir defasında devletin ileri gelenleri Kabe'de toplanmış konuşuyorlardı: "Bu adama sabrettiğimiz kadar hiç kimseye sabretmedik. Fikirlerimizi gücümsedi, aramıza bölücülük soktu, milli değerlerimizi hiçe saydı, propagandasını yaptığı fikirleriyle, devletimize anarşi soktu. Devletimiz için ciddi bir tehlike arzeden bu gericiye, mürteciye daha ne kadar sabredeceğiz? Yılan gibi daha küçükken kafasını ezelim!" Onlar bu şekilde konuşurlarken, Hz. Peygamber (s.a.v.) çıkageldi ve her zaman olduğu gibi, Hacerul-Esved'i selamlıyarak Kabe'yi tavafa başladı. Tam yanlarından geçerken, kendisine en ağır sözlerle hakaret etmeye başladılar.

Hz. Peygamber (s.a.v.) sesini çıkarmayarak tavafa devam etti. İkinci defa yanlarından geçerken aynı şekilde hakaret ettiler. Rasulullah (s.a.v.) tavafa devam etti. Üçüncü defa yanlarınca geçince, yine o ağır küfürlerle kendisine hakaret ettiler. Bunun üzerine Hz. Muhammed (s.a.v.) durarak onlara şöyle dedi: "Ey Kureyş! Beni duyuyor musunuz? Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim: öyle bir şeyle emrolundum ve size geldim ki, hepinizi kılıçtan geçireceğim!" Bu sözlerden sonra kafirler korkudan sustular.

Ertesi gün Rasulullah (s.a.v.) aynı yerde tavaf ederken hep birden üzerine saldırdılar ve şöyle dediler; "Dün o şekilde konuşan ve ilahlarımızı inkâr eden sen misin?" Rasulullah (s.a.v.), "Evet, o sözleri söyleyen, sizin ilahlarınız tanımayan benim!" diye cevap verdi. Bunun üzerine hep birlikte Rasulullah'a vurmaya başladılar. Onlar bu şekilde işkence yaparlarken, Hz. Ebubekir (r.a.) geliverdi. Hz.Peygamber (s.a.v.)'i onların elinden kurtararak şöyle dedi: "sadece, ´Rabbim Allah'tır` diyen bir adamı mı öldürüyorsunuz?" Bunun üzerine Mekke hükümetinin adamları, Rasulullah ve Hz. Ebubekir'i yaralar içinde bırakarak oradan uzaklaştılar.

Mekke o sıralarda gerçekten İslam gibi eşsiz, tevhide dayalı yüce bir inanç ve hayat düzenini kabul edenler için ağır şartları bulunan bir ortamdı. Habeşistan’da da islami bir düzenin varlığından sözedilemezdi ama, en azından orada dini hürriyet vardı ve zulüm yoktu. Bu nedenle Daru’l küfr olan Mekke’yi bırakıp Daru’l-emin (güven ülkesi)’e göç için bir izin verilmiş oluyordu...

Habeşistan'a Hicret :

Hz.Peygamber (s.a.v.)'in ashabı, sırf Müslüman oldukları için Kureyş'ten çektikleri işkencelerin artık tahammül edilemez oluşundan, Mekke'de müslümanca yaşamanın imkânsız hale gelişinden dolayı, Rasulullah'ın emri üzerine Habeşistan'a hicret ettiler. Böylece hicret dönemi başlamış oldu.

"Kendilerine zulmedildikten sonra Allah yolunda hicret edenleri , Biz dünyada güzelce yerleştireceğiz. Ahiret mükafatı ise elbette daha büyüktür. (kafirler bunu) bilmiş olsalardı." (Nahl-41)

Habeşistan'a hicret eden Müslümanların sayısı seksen üç'e kadar çıktı.

Ekonomik ve Siyasi Ambargo :

Hz.Peygamber (s.a.v.)'in emri üzerine Habeşistan'a hicret eden Müslümanların, orada emniyete kavuşmaları, diledikleri gibi dini yaşamlarını sürdürmeleri; beri tarafta Hz.Hamza ve Hz.Ömer (r.a.ma)'in Müslümanlığı kabul etmeleri Mekkeli müşrikleri çileden çıkardı.

Bütün bu gelişmeler üzerine, Mekke hükümeti toplanarak Müslümanlara sosyo-ekonomik bir ambargo uygulamaya karar verdi. Bu karara göre; hiçbir şekilde Müslümanlarla temas edilmeyecekti. Ne onlardan kız alınacak, ne de onlara kız verilecekti. Müslümanlardan hiçbir şey satın alınmayacağı gibi, onlara hiçbir şey satılmayacaktı.

Putperest Mekke Şehir Devletinin hükümet kararı bir sahifeye yazılarak Kâbe duvarına asıldı. Bu çok sıkıntılı günler üç sene kadar devam etti.

I. ve II. Akabe Biatları :

Hz.Peygamber (s.a.v.) bütün engelleme ve baskılara rağmen senenin belli mevsimlerinde kurulan panayırlarda tebliğ vazifesini icra ediyordu. Çadır çadır, kabile kabile İslam'ı bütün insanlara anlatıyordu. Eğer on beş çadırdan terslenip kovulsa on altıncı çadıra girmekten geri durmuyordu.

Nihayet, Medine'den gelenlerden bir grup, merak ederek dinlemeye başladılar. Altı kişi oldukları rivayet edilen bu Medineliler İslam'ı kabul edip memleketlerine döndüler ve İslam'ı anlatmaya başladılar. Bir sene sonra, aynı mevsimde sayıları oniki kişi olan Medineli Müslüman bir grup Hz.Peygamber (s.a.v.)'i görmeye geldi. Rasulullah (s.a.v.), onlarla gizlice buluştuktan sonra onlara biat ettirdi. Biat; teslimiyet, kayıtsız şartsız bağlılık demektir. Yapılan biatın metni şu idi : "Asla Allah'a ortak kimse tanınmayacak, hırsızlık yapılmayacak, zinâ edilmeyecek, evlâd öldürülmeyecek, hiç kimseye iftirada bulunulmayacak ve yalan söylenmeyecek; bunlara vefa gösterirseniz size Cennet vardır. Dediklerimden saparsanız, işiniz Allah'a kalmıştır."

Medineli Müslümanlar, Hz.Peygamber (s.a.v.)'in dediklerini kabul ederek, ona biat ettiler.

Daha sonra Ensar olarak adlandırılan bu Müslümanlar bir sene sonra daha kalabalık olarak (yetmişbeş kişi) II. Akabe biatını gerçekleştirdiler.

Medine'ye Hicret :

Medinelilerin Müslüman olmalarıyla, Mekke'de işkence altında olan Müslümanlar için yeni bir umut ışığı belirmişti. Nitekim bir müddet sonra, Hz.Peygamber (s.a.v.) ashabına, Medine'ye hicret etmelerini emretti.

Allah nizamına karşı olan müşrikler, Medine'de Müslümanların giderek kuvvetlendiğini görünce; bu durum kendileri için tehlike arz edeceği düşüncesiyle Darun-Nedve dedikleri parlamentolarında toplanarak meseleyi görüşmeye başladılar...

Görüşler şu merkezde toplanıyordu: "Muhammed'in İslam dediği bir nizam, bu yeni düzen, onların devletini yıkıp yerine oturabilirdi. O halde ne yapıp yapıp Muhammed'i ortadan kaldırarak, hareketlerini durdurmak lazımdı." Fakat bilmiyorlardı ki, Allah için olan hareketler durdurulamaz.

Bu kararı müteakip, görüşler ortaya atıldı;

- Muhammed'i prangaya vurup hapsedelim!

Bu görüş kabul edilmeyince ikinci görüş ortaya atıldı;

- Onu memleketimizden sürgün edelim, ne hali varsa görsün.

Bu görüşte kabul edilmeyince, azılı İslam düşmanı Ebu Cehil atılarak ;

- Benim görüşüme göre, onu öldürmekten başka çaremiz yok. Bunun için de, her kabileden birer genç seçelim. Bunların hepsi kararlaştırılan yer ve zamanda Muhammed'i pusuya düşürerek öldürsün, biz de ondan kurtulalım. Böyle olursa, onun kan davası bütün kabilelere düşeceğinden ve onun ailesi Abdi Menaf herkese savaş açamayacağından, diyete razı olurlar, biz de diyetlerini veririz! dedi.

O günün gecesi, suikastçılar, Hz.Peygamber (s.a.v.)'in evini sararak, onu öldürmek için uyumasını beklemeye başladılar. Rasulullah (s.a.v.), evinde bulunan Hz.Ali (r.a.)'ye : "Bu gece şu yeşil hırkamı örtünerek benim yatağımda yat! Sana söylediğim emanetleri yerine getirdikten sonra, sen de hicret et!" dedikten sonra, eline bir avuç toprak alarak hicret için evinden çıktı. Rasulullah (s.a.v.) elindeki toprağı, suikastçıların başına döke döke aralarından geçip gitti. Allah, onların basiretini yani görme duyularını alarak Rasulünü korudu.

Hz.Peygamber (s.a.v.), beraber hicret etmek üzere, Hz.Ebubekir (r.a.)'in evine gitti. Beraber yola çıktılar. İlk durak Sevr mağarası idi. Üç gün orada kaldılar. Bu arada Hz.Ebubekir'in kızı Esma, onlara yiyecek taşıdı. Sevr mağarasından hareket edildikten sonra ikinci durak Medine yakınlarındaki Kuba şehri idi. Peygaberimiz (s.a.v.) hemen burada bir mescit yapılmasını emretti ve bu İslam'ın ilk mabedinin yapımında bizzat çalıştı. Peygamberimizin yolda olduğunu haber alan Medineliler heyecan içinde, gözleri yollarda Yüce Rasulü bekliyorlardı. Kutsal yolcular göründüklerinde büyük bir sevinçle dudaklarında "Talaal bedru aleyna..." diye başlayan mısralar dökülmeye başladı.


Hicret, yeni bir medeniyetin başlangıcı

Hicret, sevgi ve saadet dolu bir kucağa yürüyüş

Hicret, Ahde vefa

Hicret, insanlara saadet sunacak bir nizamın devlet olarak kurumsallaşması

Hicret, bir kaçış değil, yapılacak olan fethin başlangıcı

Hicret, sabrın doruk noktasına ulaştığı an

Hicret, tebliğe açılan en büyük kapı


Hicretten Alınacak Dersler

Hicret, alelade bir göç değildir. Hicret'in gayesi müslümanca yaşamak, Allah'ın kanunlarını ikame etmektir. Hicret, ruhun bu kanunlarla terbiyesidir. Hicret, ilahi yaşam kavgasıdır.

Hicret böyle önemli olduğu içindir ki, Hz.Ömer (r.a.), onu İslam takviminin (hicri takvim) başlangıcı yapmıştır. Mekke'nin fethi bile takvim başlangıcı olarak alınmamış, Hicret olayı resmi takvim olarak kabul edilmiştir. Çünkü Hz.Ömer (r.a.)'in ifadesi ile Hicret, Hakk ile batıl'ı birbirinden ayırmıştır. Allah Rasulünün hayat programı şu üç kelimeyle özetlenebilir İman, Hicret, Cihad.

Allah (c.c.) bu konuda şöyle buyuruyor :

"İman edip de Allah yolunda hicret ve cihad edenler, (muhacirleri) barındıranlar, yardım edenler, işte gerçek mü'min olanlar bunlardır. Mağfiret ve uçsuz bucaksız rızık da onlarındır." (Enfal-74)

"İman edip de hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler, rütbe bakımından Allah katında daha üstündürler. Kurtuluşa erenler de işte onlardır." (Tevbe - 20)

Müesseseleşmenin Kaynağı Olarak Hicret :

Hicret; kutsal İslam davasının hedefe giden yolunda bir dönüm noktasıdır. Hicret, İslam dayanışma ve kardeşliğinin ruhudur. Hicret, devleti doğurmuştur. İlk İslam Anayasası, hicretten sonra ortaya çıkmış; İslam'ın ticari, iktisadi, zirai ve ekonomik hayata dair esasları, ilk uygulamalarını hicretten sonra göstermiştir. İlk İslam çarşı-pazarı, bu dönemde kurulmuştur. Cemaate açık İslam mabedi (Kuba ve Mescid-i Nebi), hicretle beraber ve hicretten hemen sonra bina olunmuştur. Zekat, oruç gibi ibadetler hicretten sonra farz kılınmıştır.

Fedakârlık Kaynağı Olarak Hicret :

Hicret, imanın maddeye sağladığı tarihi zaferin simgesidir. Hicret; Allah rızası için; anadan, babadan, yardan, maldan, mülkten hatta candan vazgeçişin, ibretli kıssasıdır. Hz.Ali'yi düşününüz ki, Nebiyy-i Muhterem (s.a.v.) hicret yolculuğuna kolayca çıkabilmesi için O'nun yatağına girip yatmış, böylece Kureyşlileri aldatmıştı. Dışarıdan bakıldığında Peygamberimizin yatakta yattığı sanılıyordu. Sabaha kadar çıkmadığı görülünce sabahleyin muhtemelen o yatakta ve orada yatan kişi öldürücü darbelere hedef olabilecekti. Hz.Ali (r.a.) bunu biliyordu ve canından vazgeçmişti. Çünkü hicret, canından bile vazgeçişin adıydı. Bunun gibi Hz.Ebubekir de, hem kendi canını hem de aile fertlerinin canını fedayı göze almıştı. Çünkü hicret yoluna gittiği anlaşılınca, Ebubekir'in evine muhtemelen baskın yapılacak ve aile fertleri tartaklanacaktı, dövülecekti.

Hicret ve Mukaddes Dava :

Hicret, maldan-mülkten vazgeçiştir. Düşününüz ki, bir insan yüz yıllardan beri atalarının yurdundadır ve onların mirasçısıdır. Bağı, bahçesi, tarlası, evi vardır. Böyle birine "Haydi bütün varlığını terket de, filan yere gidelim!" deseniz, kolayca yola koyulmayacaktır. İşte hicrette dünyevi menfaat ve ilişkiler bertaraf edilerek, kutsal dava ön plana alınmış ve kutsal gaye için -fakirlik göze alınarak- mal-mülk terkedilmiştir. Muhacirler Medine'ye geldiklerinde sadece tek canları ve bir de o can içinde besleyip büyüttükleri davaları vardı.

Ahde Vefa, Dostlukta Sadakât :

Hicret, ahde vefadır. Sözde doğruluktur. Dostlukta sadakattir. Ensar... Dostlar dostu ensar, müteakip yıllarda, günlerde, aylarda, Hz.Peygamber (s.a.v.)'i ve öteki muhacirleri her çeşit tehlikeye karşı savunmuşlardır. Ensar ile muhacirun öylesine içten sağlarla kardeşleşmişlerdi ki, aslen Mekke'li olmayan Selmanü'l Fârisî gibi zevâtı, her iki taraf kendilerinden sayarak bağrına basıyordu.

Hicret ve Devlet :

Hicret devlettir. Rasulüllah Medine'ye geldikten sonra "Medine İslam Devleti" doğmuştur. İhtiyaca göre İlâhi yasalar vahy yoluyla Efendimiz'e bildirilmiş ve Sünnet-i Nebi, âyetleri tefsir etmiş, cemiyet hayatı tanzim olunmuştur.

Hicret kanundur. Müslümanların birbirlerine karşı vazifeleri ve mütekabil sorumluluklarıyla Yahudilerle ilişkilerinde temel ölçüleri belirleyen ilk anayasa hicretten sonra teessüs etmiştir.

Hicret ve İsar (Kardeşini Kendisine Tercih) :

Hicret îsardır, kardeşini -kendisi ihtiyaçlı olsa dahi- kendisine tercih ediş, kendi ihtiyaçlarını gidermeyi bir yana bırakıp Müslüman kardeşinin ihtiyaçlarını karşılamaya öncelik veriştir.

Suffe Mektebi'nin güzide talebelerinden Ebu Hureyre (r.a.) açlıktan zayıflayıp tahammülü kalmamış, durumunu Hz.Peygamber (s.a.v.)'e iletmişti. Efendimiz, Ebu Hureyre'yi doyurmaları için zevcelerine gönderdi. Fakat Hz.Peygamber'in evinde sudan başka ber şey yoktu. Misafir karnı doymadan ve bir şey yiyemeden geri dönüyordu. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) meseleyi eshabına "Şu açı kim doyuracak?" diye iletti. Ebu Talha (r.a.) -bir an için fakirliğini unutarak- "ben" deyiverdi. Rasulüllah'ın şerefli misafirine sahip çıkmak isteği o zatı bu yola sürüklemişti. Eve gittiklerinde zevcesine "Haydi Rasulüllah'ın misafirini ağırla!" dedi. Kadın "Ancak çocukların yiyeceği kadar azık var, başka yok!" diyordu.

Ebu Talha (r.a.) çocukları uyutmasını, ışığı yakıp onların yemeğini misafire hazırlaması söyledi. Kadın da öyle yaptı. Yemek sofra konuldu ve ışık söndürüldü. Ebu Talha ve hanımı yemek yer gibi yaptılar, aslında yemek yoktu. Fakat misafirin, kendisi yüzünden ev sahiplerinin aç kaldığını bilerek üzülmesine, incinmesine engel olmak istemişlerdi.

Karı-koca aç gecelediler, çocukları da. Fakat misafirlerinin karnı doyurulmuş ve evin iç yüzü kendisine hissettirilmemişti. Sabah olup Rasulüllah'ın yanına geldiklerinde Ebu Talha (r.a.)'ya hitaben Efendimiz "bu gece Allah sana tebessüm etti, karı-koca olarak sizin güzel hareketlerinizi beğendi ve şöyle buyurdu : - "Ve (Ensar), kendilerinin ihtiyaçları olsa dahi (göç eden yoksul kadeşlerini) kendi canlarına tercih ederler" (Haşr - 9)

Hicret - İlim - İrfan - Mektep :

Hicret mabeddir, cemaattir, rahmettir. Kuba Mescidi ve Mescid-i Nebi, hicretten hemen sonra bina olunmuştur. Ve o dönemde mescit her şeydir; ibadet yeridir, sohbet yeridir, va'z ü nasihat ve irşad yeridir. İstişâre yeridir, tefekür mekânı ve idare merkezidir.

Hicret derstir, ilimdir, tedrisattır. İslam'ın ilk eğitim kurumu olan "Suffe Okulu" hicretten sonra Mescid-i Nebi'ye bitişik bir alana yapılmıştır. Burada ders gören ashabın öğretmeni Hz.Peygamber (s.a.v.)'di. Ayrıca muhacirler, Ensarın hocaları, Ensar ise muhacirlerin ilk zamanlarda talebeleri ve mali bakımdan destekleyicileri idi.

Hicret - Edep - Nezaket :

Hicret edeptir, hassasiyettir, nezaket ve ince duyguların lif lif örülüşüdür.

Evden Sevr mağarasına gidilirken Hz.Ebubekir, Rasulüllah'ın bir önüne geçer bir ardına kalırdı. Efendimiz sebebini sorunca "Ya Resulüllah! Müşrikler arkamızdan takip ederler, diye aklıma geliyor, arkada kalıyorum. Pusuya yatmış önden saldırırlar diye aklıma geliyor, ileri geçiyorum" cevabını verir. Gece karanlığında mağaraya yaklaştıklarında Hz.Ebubekir (r.a.) önce girer, hergangi bir vahşi hayvana karşı ilk hedefin Rasulüllah olmasını istemez. Dostluğun, nezaketin, hassasiyetin, dava liderinin canı hesabına kendi canından geçişin böylesine bir örneğine tarihte rastlamak acaba mümkün müdür?

Bedir arslanları, Uhud şehitleri, Hendek hesaplaşması, Büyük Fetih (Mekke), Huneyn çağrısı, Mute azmi ve Tebük ruhu bu derin hicret dayanışmasının meyveleridir.

HİCRET BERAATTİR (Mustafa İSLAMOĞLU)

Kavuşabilmekle terkedebilmek doğru orantılıdır. Kavuşabilenler, terkedebilenlerdir. Terketmeyi göze alamayanlar kavuşmanın hazzına eremeyeceklerdir.

Âdem, cenneti terketmeden iradeye kavuşamayacaktı. Geçici cenneti terketmişse de, irade onu ebedi cennete kavuşturdu. Cennet sıla, dünya gurbetti. Ancak o, sılayı gurbette ve gurbetle bir daha yitirmemecesine yeniden kazandı. Özelde Âdem, genelde insan müebbed muhacerete hüküm giymişti. Üflenen ruhun lahut aleminden nasut âlemine hicretinin, canın sudan toprağa hicretinin, spermanın rahme hicretinin, ceninin rahimden dünyaya hicretinin ve insanın dünyadan ahirete hicretinin anlamı buydu.

Nuh, evrensel hicretin muhaciriydi. Tufan, aynı zamanda bir hicretti; küfrün karanlığından imanın aydınlığına, müşrik toplumun zındanından mü'min toplumun özgür ufuklarına hicret... Şirkten tevhide, küfürden imana, isyândan İslâm'a/teslimiyete hicret.

İbrahim, çift boyutlu hicretin Kur'ânî örneklerinden biriydi. Akleden kalbin, nasıl eserden müessire, soyuttan somuta, fizikten metafiziğe, kabuktan öze, maddeden ruha, inkardan imana, cehaletten ilme; zandan yakine hicret edebileceğinin en çarpıcı örneğini sergilemişti. Hz. İbrahim'in derinliğine gerçekleştirdiği bu hicret, oracıkta ürününü vermiş ve Lut "Ben de Rabbime hicret ediyorum" demişti. (29/26).

Bu hicret, yürekte kalmayıp eyleme dönüşmüş, Allah'a kurbanı Allah'a kurbiyyete, atıldığı ateşi de şirkten beraete ve cennete dönüştürmüştü.

Rasulullah, hicretin iki boyutunu kendi hicretinde birleştirdi. O, hicretin izzet, devlet ve beraet demeye geldiğini isbatladı: O, terketmeden kavuşulamayacağını yaşayarak gösterdi. Mekke-Medine hattı, bir semboldü. Bu sembol, insanın ve insanlığın uzun yürüyüşünde aşkın ve aşkın olanın değerine dikkat çekiyordu. Verilene dikkat çekilerek elde edilenin değeri vurgulanıyordu.

Bu sembolde, Mekke içkini ve burayı, Medine aşkını ve öteyi sembolize ediyordu. Fetih ise öteyi kazanana buranın da açılacağını, hediye edileceğini ifade ediyordu. Mekke-Medine hattı sadece Medine'ye kavuşmak değil Mekke'nin bedelini de ödemek anlamına geliyordu. Dahası, Hıra günlerinde yürekte gerçekleşenin, hayata dönüşmesiydi hicret.

O halde bunun anlamı, içlerinde bir özge hicreti yaşayamayan ve gerçekleştiremeyenler, yer değiştirebilirler ama asla hicret edemezler demekti. Peygamber'in, "Bu dünyada bir garip yolcu gibi ol" uyarısı, müebbet muhaceretin itirafıydı. Bu anlamda hicret, dünyevileşmenin önündeki en büyük engeldi. Çünkü, muhacir misafirdi.

Özbenliğin, çağın, tarihin, çevrenin modern zindanından tahliye bekleyen modern bireyin beraeti ancak derununda yapacağı derinliğine bir hicretle mümkün olabilecektir.

* * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * *

“Melekler kendilerine zulmedenlerin canlarını alırken;

- Ne haldeydiniz? Derler. Onlar da derler ki;

- Biz yeryüzünde çaresizdik, zayıf bırakılmıştık. Melekler de ;

- Allah’ın arzı geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya? Derler.

İşte onların barınağı cehennemdir; orası kötü bir gidiş yeridir.” (Nisa 97)

Hicret, bireysel ve toplumsal hayata daha güçlü bir şekilde dönmek için donuklaşan konumu terkediştir. Alışadurduğunu, toplum ve tabiat zindanını yıkmaktır. Asıl bağlılığın zamana ve zemine değil, Allah’a olduğunu haykırmaktır.

Hicret içteki durağanlığa son vermek ve ruhun çürümesini, kokuşmasını önlemektir.

* * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * *

“Kim Allah yolunda hicret ederse, yeryüzünde gidecek, barınacak birçok yerler bulur, genişlik de bulur. Kim evinden Allah ve Rasulüne muhacir olarak çıkıp da sonra yolda ölürse, onun mükafatı Allah’a aittir.” (Nisa 100)

“Hicretten sonra hicret olacaktır. Yeryüzünün en hayırlıları, Hz. İbrahim’in hicretini kendisine örnek alanlardır.” (Ebu Davud, Cihad )

“Hz İbrahim kavminin iman etmesine imkan ve ihtimal kalmadığını anlayınca, sapıklık ve küfür diyarından uzak kalmak amacıyla, herşeyiyle yalnız Allah’a kulluk edebilmek için hicret etmiştir.”

Arz bütün insanları içine alacak kadar geniştir. O halde insan bulunduğu yerde dinini, bütünüyle Allah’ın emirlerini yaşayamuyor, Allah’tan başkalarına kul olması için zorlanıyorsa orası Müslümanın yaşayabileceği yer değildir. Yaşayabileceği yeri aramalı ve bulmalıdır.

İslam da hiçbirşey putlaştırılamaz, isterse, bu içinde doğup büyüdüğümüz, yakınlarımızın malımızın, ticaretimizin, acı tatlı hertürlü hatıralarımızın ve daha nice güzel şeylerimizin bulunduğu yer olsun. Müslüman nerede dinini yaşayabiliyorsa, vatanı orasıdır.

* * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * *

İslam’da hicret, İslami Hareketle cihadın kapısını açan bir tebdil-i mekandır...

No comments: