Thursday, March 29, 2007

Hasan el-Bennâ'dan Vecizeler:

1. Allahın kitabından bir cüzden az olmayan günlük bir virdin olsun. Kuranı bir aydan fazla ve
üçgünden az olmayacak bir sürede hatmetmeye çalış.
2. Kuran okumayı, onu dinlemeyi va manalarını düşünmeyi güzelce yap.
3. Siyer kitablarını ve selefi salihin tarihini vaktin elverdiği ölçüde oku. Bu hususta en azından
Hummat-ul İslam kitabını oku. Peygamberimizin hadislerinden çok çok oku ve en az kırk
hadis ezberle. Bunşar da Nevevinin kırk hadisi olsun. Akaid esasları ve fıkıh teferruatlarıyla
ilgili bir risale oku.
4. Genel sağlık kontrolünden hemen geç. Herhangi bir hastalığın varsa ilacını al. Kuvvete ve
bedeni korumaya sebeb olan hususlara önem ver ve sağlığın bozulmasına sebeb olan şeylerden
kaçın.
5. Kahve, çay, vb... uyarıcı meşrubatı çok içmekten uzaklaş, zaruret olmadıkça bunları içme.
Sigara içmekten kesinlikle sakın.
6. Her hususta temizliğe önem ver. Evinde, elbiselerinde, vücudunda, iş yerinde... Çünkü bu
din, temizlik üzerine kurulmuştur.
7. Doğru sözlü ol.asla yalan söyleme.Peygamberimiz şöyle der:Doğruluk iyiliğe götürür.Kişi
doğru söylemeye devam eder.Allah katında sıddık olarak yazılıncaya kadar.Yalan da kötülüğe
götürür.Kişi yalan söylemeye devam eder.Allah indinde yalancı olarak yazılıncaya kadar.
8. Ahdine,sözüne ve vadine vefa göster.Şart ne olursa olsun bunlara muhalefet etme.
9. Cesaret ve büyük bir dayanma gücüne sahib ol. Cesaretin en faziletli olanı da hakkı
haykırmak, sır saklamak, hatasını itiraf etmek, insanların hakkını vermekte insaflı olmak ve
hiddet anında nefsine hakim olmaktır.
10. Devamlı vakarlı ol ve ciddiyeti tercih et. Vakar seni, doğru şakadan ve tebessümden de
alıkoymasın.
11. Çok Hayalı ve ince şuurlu ol, iyilik ve kötülüklerden çok etkilen. Birincisine sevin ikincisine
üzül. Zillet, yaltaklanma yağcılık derecesine varmadan mutevazi ol. Devamlı mertebenden
azını iste ki ona ulaşasın.
12. Adaletli ve bütün durumlarda doğru hükümlü ol. Kızgınlık sana iyilikleri unutturmasın, Rıza
gözünü kötülüklerden kapama. Düşmanlık seni iyilikleri unutmaya sevketmasin.Nefsinin ya da
insanlardan en yakının aleyhinde ve acı da olsa söyle.
13. Çok faal ol, umumu ait hizmetlerde yetişkin ol. Başkalarına bir iş sunabildiğin zaman
mutluluk ve sevinç hisset. Hastalara başvur, muhtaşlara yardım et, zayıfları koru,
felaketzedelerin güzel söz de olsa acılarına ortak ol... Devamlı hayır işlere koş...
14. Kalben merhametli, mert ve musamahakar ol. Affet, yumuşak ve halim ol... Hem insanlara
, hem hayvanlara yumuşak davran, bütün insanlarla muamele ve gidşatın güzel olsun. İslamın
içtimai adabını muhafaza et. Küçüklere merhametli büyüklere saygılı ol. Meclislerde başkasına
yer ver. Tecessüs yapma, bağırıp çağırma. giriş ve ayrılışta izin iste...
15. Okuma ve yazmanı sağlamlaştır. Müslüman kardeşlerin risale, gazete ve dergilerini çokça
mütalaa et. Küçük de olsa kendine ait bir kütüphanen olsun... İhtisas sahibi isen branşın da
derinleş. Genel meseleleri (islami) öylesine değinmelisin ki onları tasavvur edebilecek ve islami
düşünceye mutabık hüküm verebilecek imkanı sana versin...
16. Ne kadar zengin olursan ol, ekonomik bir işle uğraş. Sönük de olsa serbest bir meslek edin.
İlmi mevhibelerin ne kadar olursa olsun birişle uğraş.
17. Hükümet vazifelerine düşkün olma ve onları rızkın en dar kapısı olarak bil. Ama sana
verildiği zaman reddetme. Davanın vecibeleri ile tamamen çatışmadığı müddetçe bu
vazifelerden ayrılma.
18. Güzellik, sağlamlık, hilesizlik ve söze sadakat hususlarında vazifeni eksiksiz ifa etmeye çok
düşkün ol...
19. Başkalarında olan hakkını iyilikle almaya çalış üzerinde olanı da eksiksiz iade et... Durumun
müsait olunca borçlarını kesinlikle erteleme.
20. Gaye ne olursa olsun kumarın her türlüsünden uzaklaş. Ardında aciz bir kör olsada haram
kazançdan sakın...
21. Bütün muamelelerinde faizden kaçın ve kendini bu mikroptan temizle
22. İslamın iktisadi müesseselerini ve mamullerini teşvik etmek suretiyle islamın genel servetine
hizmette bulun. Durum ne olursa olsun, bir kuruşunun dahi müslüman olmayanların eline
geçmemesine çalış.
23. Malının bir kısmı ile davaya katıl, üzerine farz olan zekatını cemaate ver. Gelirin ne kadar
az olursa olsun, ondan fakir ve yoksullara bir hak ayır...
24. Az da olsa malının bir kısmını beklenmedik hadiseler için ayır ve katiyyen lüks eşyeye
kapılma.
25. Hayatın bütün görüntülerinde elinden geldiği kadar islami örf ve adetleri yaşatmaya, yabancı
adetleri yok etmeye çalış. Mesela selamlaşma, dil, tarih, kılık, kıyafet, ev eşyası, üzülme,
sevinme... bütün bunlarda sünneti takib et.
26. Gayri islami bütün mahkeme ve hükümlerden, islami fikrinle çatışan klüp, gazete, okul ve
kuruluşlardan tamamen ilişkini kes.
27. Her zaman Allahın murakabesinde olduğunu unutma, Ahreti hatırla ve ona hazırlık yap,
Allahın rızasına ulaştıran suluki merhalelerini azim ve himmetle kat et... Nafile ibadetlerle ona
yaklaş. Geceleyin namaz kılmak, en azından ayda üçgün oruç tutmak, kalbi ve lisani zikri
çokça yapmak ve çeşitli hallerde varid olan dualarla meşgul olmak bu kabildendir.
28. Taharetini güzelce yap ve devamlı abdestli bulunmaya çalış.
29. Namazını güzelce kıl, onu vaktinde eda et ve cemaat üzerinde ısrarla dur.
30. Ramazan orucunu tut gücün yetiyorsa haccını eda et, yetmiyorsa ona hazırlan...
31. Devamlı kalbinde cihad etme niyetini ve şehid olma sevgisini taşı, gicin yettiğince bunlara
hazırlan.
32. Durmadan tevbe istiğfar et. Küçük büyük tüm günahlardan sakın. Uykudan evvelki bir
müddeti nefsini muhasebeye ayır. Zamanını değerlendir. Çünkü vakit hayattır. Boşa vakit
geçirme. Şüpheli şeylerden kaçın ki harama düşmeyesin...
33. Nefsinle şiddetli bir şekilde mucadele et ki, onun yularını ele alasın; gözünü haramdan ayır.
Duygularına hakim ol.. İç güdülerine karşı mukavemetli ol. Onu daima helale ve güzele yönelt.
Onunla haram arasında engel ol...
34. İçki, sarhoş edici ve gevşeklik verici maddelerden ve bu kabilden olan her şeyden tamamen
sakın...
35. Kötü arkadaşlardan, bozguncu dostlardan ve fısk-u fucur yerlerinden uzaklaş.
36. Eğlence yerlerine yaklaşmak şöyle dursun, onlara karşı bir savaşa girişmelisin. bütün konfor
ve rehavet görüntülerinden uzaklaş.
37. Mensub bulunduğun ketibenin mensublarını iyice tanı ve kendini tanıt. Sevgi, takdir, yardım
ve tercih gibi kardeşlik haklarını mükemmel bir şekilde yerine getir ve onların toplantılarına
katıl. Kahir bir özrün ol madıkça toplantılarından geri kalma Muamelelerinde devamlı onları
kendine tercih et...
38. Özellikle emredildiğin zaman bağlantılı olduğun ve düşüncene yararı olmayan tüm
kuruluşlardan ilişkini kes.
39. Her yerde davanı yaymaya çalış, Önderlik senin her hallerine vakıf olmalıdır. Önderliği
direkt etkileyen bir işi danışmadan yapma...
40. Sürekli cemaatle ruhen ve amelen bağlantılı ol ve kendini daima kışlasında emir bekleyen bir
asker gibi kabul et.

Bismillah


Sözler3

Zübeyir Ağabey Hakkında

Zübeyir Gündüzalp'dan:

Ey nefsim!

Her karşılaştığın kimseye hastalığından bahsetme. Bilmeyerek evhama düşmeğe sebebiyet verme. Hastalığına ehemmiyet verdikçe şişer. Ehemmiyet vermezsen söner. Dualar edip manevî imdadına yetişilmesi için sana daimi duacı olacak bir nur kardeşine hastalığını arzetmek olabilir.

Ey nefsim!

İstikrarlı, sebatlı ve ihlaslı çalışman din kardeşlerinin Risale-i Nur hizmetkârlarının kuvve-i maneviyelerinin takviyesine, halisane hizmetlerinde gayret, faaliyet ve himmetlerini arttırmaya sebep olabilir. Haberin ve taalukun olmadan Fazl-ı İlâhi ile husule gelecek bu azim netice ve sevaptan tenperverliğe ve istirahat döşeğine sukût etmemek için daima çalışkan ve faal ol. Bu saadet ve zevkin ferah ve sürurdan mahrum olmamanın yegâne çaresi, istikrarlı ve az da olsa Nurlara devamlı çalışmaktır.

Ey nefsim!

Herhangi yakın kardeş ve arkadaşın senin hakkında sistemli ve menfî bir surette dedikodu yapabilir. Bunlar senin kulağına gelirse, sana nakledilirse, hiç aldırış etme, misilleme yapma, onu helâl et. Bu kâmilâne muameleden ve ahlâk-ı âliyeyi bilfiil imtisalden sen kazançlısın. Merak etme sana ve hizmetine yapılan kötü fenalıklar zarar vermez. Eğer mücadele ve münazara edersen işte sen o zaman zararlısın. Ahmaksın, cahil ve aptalsın!



Ey hâl ve ahvalin su-i infial uyandırdığından habersiz ve gücendirici olan nefsim!
Senden büyük bir nur ağabeyin veya kardeşin, bir meclis-i nûriyede ve derste nûranî sohbetler ederken meslek-i nûriyeden bahsederken "daima öğrenmeye ve yetişmeye muhtacım" diye dinle aynı mevzû hakkındsa mütemmim veya fazla malûmatın da olsa sus..! Zira edebe muhaliftir. Cemaat efradından birkaç veya birçoklarının konuşmasına belki de mevzû dışına çıkılmasına sebep olursun. Muvafık olmayan birşey konuşulsa, gerek nur ağabey ve gerek nur kardeşinin o ahenkli sohbette hata ve savabını yapma. Dilini tut konuşma. İcap ederse Risale-i Nur'dan okuyarak yalınızca onun ıttılaına mütevâzıâne ve mahviyetkârane arzet. yoksa: Bed haşin ve sert bir konuşma ile ve asık bir suratla hiçbirşeyin halledilemeyeceğini, münakaşaya az da olsa o muvafık ve mutabık olmayan veya menfî bulunana bir meseleyi o şekilde halletmeye çalışmak, cemaat içinde bazı benimseyecekler bulunacağını ve fikirleri bulunduracağını böylece faydalı olacağım derken zarar vermek ahmaklığı olacağını daima hatırla -zira kütüb-ü İslâmiye'de ahmaklığın tarifi budur- Hayatî bir düstur ittihaz et.

Ey mütekebbir ve mağrur nefsim!

Eğer sen kendini mağrur ve mütekebbir bilmezsen mutlak ve muhtemeldir ki; nefsin aldatıyor ve aklın taalluk etmiyor. Bunun için bilhassa ve bilhassa genç nur kardeşlerin herhengi bir fikir serdeylese ama mutabık ama mutabık değil, bunu tevâzu, mahviyet ve sukûnetle dinle.Aynı anda onu rencide etmeyerek dinle. Zira belki Nur Külliyâtı'nı tam okumayabilir veya o noktayı tam intikâl etmeyebilir. Bu sebeple Risale-i Nur mesleğinin en mühim bir esası olan şefkâtle, sukûnetle ve o anda müsamaha ile karşılayıp pek mücmel ve mülâyim bir cevap vererek de ki :


" Ben bunu şu anda kendim bilsem de söylemek istemiyorum. Sizinle beraberce Risale-i Nur veya lâhikalarda araştıralım bulalım. Bu düsturla kalbin mutmain ve aklın tatmin olur kanaatindeyim. Onun için yalnız başbaşa kalıp okuyalım."

diye cevaplandır.

"Gerek indî gerek şahsî veya başka şeylerden aldığım herhengi bir sözü size nakledebilirim. Bu ise size Risale-i Nur'un mesleğine bir perde olabilir. Bu mutlak ve mücerrebtir. Emsalleri kırk senedir pek çoktur "

diyerek... Üstâd-ı Pâkimizin mazhar olduğu İsm-i Hakîm ve Rahîm'e ittibâ ederek o genci gücendirme. Akıl ve kalbinde su-i infiâl ve su- i tefehhüm uyandırma.



GÜZEL SÖZLER



NE OL , NE OLMA !

Günlerini say, servetini say, büyüklerini say ama yerinde sayma !

Fidan besle, gariban besle, çocuk besle ama kin besleme !

Davet et, hayret et, aff`et, tövbe et ama ihanet etme !

Parani ver, Selam ver, canini ver ama sirrini verme !

Oku, okumaktan zarar gelmez ama lanet okuma !

Esini begen, asini begen ama kendini begenme !

Elini aç, gözünü aç, kapini aç ama agzini açma !

Emek ver, kulak ver, bilgi ver ama bos verme !

Satici ol, alici ol, bulucu ol ama bölücü olma !

Zulmü devir, nefsi devir ama çam devirme !

Ev al, araba al, abdest al ama beddua alma !

Hedefe kos, yardima kos ama ortak kosma !

Rakibini geç, sinifini geç ama gülüp geçme !

Yaklas, konus, tanis ama usaklasma !

Seslen, uslan ama yaslanma !

Dogrul, devril ama egrilme !

Itil, atil ama satilma !


YEDI ÖGÜT

Cömertlikte yardim etmede akar su gibi ol,

Sefkat ve merhamette günes gibi ol,

Baskalarinin kusurunu örtmede gece gibi ol,

Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol,

Tevâzû ve alçakgönüllülükte toprak gibi ol,

Hosgörülükte deniz gibi ol,

Ya oldugun gibi görün,
Ya göründügün gibi ol !

( MEVLÂNÂ )



Her istedigini söyleyen, istemedigini isitir.





Bil ki;
Baskasindan sana LAF GETIREN,
Senden de baskasina
LAF GÖTÜRÜR.


Zulmüyle âbâd olanin ahiri berbâd olur!

(Bediüzzaman)


Güzel gören güzel düsünür, güzel düsünen hayatindan lezzet alir.

(Bediüzzaman)


Bil ki, sana söz tasiyan, senden de tasir.
Seni sende olmayanla öven kimsenin,
seni sende olmayan seyle kötülemesinden emin olamazsin.

(Hasan-i Basrî)


Baskasi düstü mü <> deriz.
Kendimiz düsünce, bastigimiz tahtanin cürük olmasindan sikayet ederiz.

(Cenap Sehabettin)


Kardesinin seni, senin giyabinda nasil anmasini istiyorsan,
sen de onu, onun giyabinda öyle an.

(Süfyân es-Sevrî)


Sonunda özür dilemek zorunda kalacagin bir sözü önceden söyleme


Söz ok gibidir. Senden cikti mi, artik sen ona degil,
o sana hâkim olur.

(Imam Safii)


Bil ki, senin lehine söz tasiyan kimse aleyhine de tasir;
sana nakleden, senden de nakleder.

(Imam Safii)


Bu dünyaya istedigimiz gibi gelmedik,
Bu dünyadan istedigimiz gibi gidemeyiz.

(Ömer Hayyam)


Kücük seylere gereginden fazla önem verenler,
elinden büyük is gelmeyenlerdir.

(Eflatun)


--------------------------------------------------------------------------------

ALCAK YERDE TEPECiK, KENDiNi DAG SANAR

(Sinâsî)


--------------------------------------------------------------------------------

Lâyemût degilsin, basibos degilsin, bir vazifen var.
Gururu birak, seni yaratani düsün, kabre girecegini bil,
öyle hazirlan.

(Bediüzzaman)


--------------------------------------------------------------------------------

Her söyledigin HAK olsun
Fakat her HAKKI söylemek
senin HAKKIN degildir:

(Bediüzzaman)


--------------------------------------------------------------------------------

HAKSIZLIGA BAS KALDIRMAYANLAR,
ONLARDAN GELECEK HER KÖTÜLÜGE
KATLANMALIDIRLAR

(Hz. Ali)


--------------------------------------------------------------------------------

Dünyada en huzursuz kimse, gönlünde hased ve kin tutandir.

(Imam Safii)


--------------------------------------------------------------------------------

Namaz kilmaktan yay, oruc tutmaktan civi gibi olsaniz da
haram ve süpheli seylerden kacmadikca
Allah o ibadetleri kabul etmez

(Abdullah bin Ömer)


--------------------------------------------------------------------------------

Bil ki, cocugu ile övünen, aslinda kendini övmektedir.


--------------------------------------------------------------------------------

Az Nimeti az sanma,kimden geldi ona bak
Az günahi az sanma kime karsi ona bak!
( Kalemdar)

Sözler2

Erzurumlu Ibrahim Hakki Hazretlerinden:


DÜNYA ILE OLAN ZARARDADIR

Ey aziz, Evliya-i kiramin hallerine kavusmak, itikadi düzeltmek, namazlari vaktinde kilmak, sehvetin arzularini unutmak, sifatlari bilmek ve zat-i ilahiyi sevmekle olur., Dünya ile olan gönül zarardadir. Ukbâ ile olan gönül erir. Mevlâ ile olan gönül temiz ve ne güzeldir.
Gafilin kalbi dünyaya baglidir. Zâhidin kalbi ukbâya baglidir. Ârif'in kalbi Mevlâya baglidir. Gönül, çok sefkatli bir arkadastir. Kalbin Hakk ile olsun ve kalibin halk ile kalsin.

Ey Aziz! Dil insanin terazisidir. Üç sey her belayi kendine çeker: Ciddi olmayan konusma, saka ve saçma sözdür. Arkadaslarin giybeti rezalettir. Saka heybeti kiran afettir, minnet
cömertligi yikan felakettir. Konusursan, dogru söyle, söz verirsen tut, tatli konusmak ve sesle selam sünnet-i kiramdir. Yumusak söz ve bol selam insanlarin sevgisini kazandirir.

Ey Aziz! Zikrullahin en üstünü, sessiz olarak kalb huzuru ile Lailahe illallah kelime-i tayyibesini tekrardir. Zikrullah, kalblerin nuru, ruhlarin huzurudur. Zikrullah bedene lezzet, ruha kuvvettir. Gözlerin cilasi, sirlarin nurudur. Arifin adeti, Allahü Teâlâ'yi zikr ve O'ndan baskasini unutmaktir. Zikrullah sadra cila, akla nurdur. Kalblerin hayati, mahbubun likasidir. Dilin adeti, kalbin düsüncesidir. Hakki zikredeni, Hak da zikreder.



ABDÜLKADIR GEYLANI HAZRETLERINDEN:


KÂLBINDEKI PUTLARI KIR!

Sen, hiç, Nebî Sallâllahü Aleyhi Vesellem’in su sözünü isitmedin mi?

- Bir kimse ki , yedigini-içtigini nasil ve nereden kazandigina aldiris etmezse Allah da onu cehennemin kapilarinin hangisinden sokacagina aldirmaz .

Melekler içinde suret bulunan bir eve girmezlerse, içinde bir sürü suretlerle putlarin bulundugu senin kalbine nasil girer?

Mü’min dünyada gariptir, yalnizdir. Zahid de âhiretle ilgili hususlarda gariptir. Ârif ise Allah’dan baska hersey yaninda gariptir, yalnizdir. Mü’min dünyada âdetâ zindandadir. Bol rizik içinde bulunsa ve genis evlerde otursa bile...Âile efrâdi; malinda, mevkiinde istedikleri gibi tasarruf ederler. Nes’elenirler. Etrafinda gülerler, oynarlar. O ise gizli bir zindan içindedir. Nes’esi yüzündedir. Kederi kalbindedir.

Dünyâ hayâtinin içyüzünü iyi bilir. Kalben onu terkeder, bosar. Ilk bosayisi talâkdir, bir bosayisdir. Çünkü bütün dünyevî imkanlarinin tamamen elden gitmesinden korkar. O, bu hâlet içindeyken bir de görür ki, ahiret kapisini açmis, güzel yüzü bütün parlakligi ile karsisinda duruyor. Onu görünce, dünyayi bir kere daha bosar. Fakat dünya (dünyevi zevkler, hazlar) gelir, kendisinin boynuna sarilir.Bunun üzerine o da onu üç talâkta birden bosar. Ve varir, ahiretin yaninda durur. O orada dururken, birden siddetli bir nur lemeân eder, parlar. Bu Azîz ve Celâl olan Hakk’in nurudur. Onu görünce bir kere daha bosar. Bu sirada dünyâ kendisine sorar

- Beni niçin bosadin?

O, cevaben der ki:

- Senden daha güzelini gördüm.

Baska bir zaman, dünya yine sorar:

- Beni niçin bosadin?

O da der:

- Çünkü sen, gelip-geçicisin. Aldatici türlü sekillerle ve kiyafetlerle bürünmüs birisisin.Aslin hâlen su göründügünden baskadir. Bu durumda seni nasil bosamayayim?...

Iste o anda, artik o müminin , Rabbini tanimis olmasi tahakkuk eder. Böylece, mâsivâdan (Allah’dan gayri herseyin) karsisinda hür duruma gelir. Dünya ile ahiret karsisinda ise garip ve kimsesiz duruma düser. Çünkü o dünyanin da ahiretin de uzaklarindadir. Onun nazarinda, dünya da ahiret de nâmevcut (yok) mesâbsindedir.

Insanlara güvenip baglanma duygularinin koptugu, Allah’a olan sevgi baglarinin da saglamlastigi bir an, bil ki Allah seni kendisine dost olarak seçmistir. O’nun bu seçisini garip bulma. Kim ki Izzet ve Celal sahibi Hakk’in yolunda yürüme ve onunla birlikte bulunma hususunda sabir gösterirse, o, Allah’in acâib ve hikmetli lûtuflarini görür. Kim iki fakirlige sabreder tahammül gösterirse pesinden zenginlik gelir.

Zîra, surasi bir gerçekdir ki, kendilerine peygamberlik verilenlerin çogu çobanlardan, velîlik verilenlerin ekserisi de kölelerle gariplerdendir.

Kul, her zaman Allah için tevâzuu gösterirse O, onu, aziz eyler, efendi mertebesine yükseltir. Her ne zaman alçak gönüllü davranirsa Allah onu yüceltir. Aziz kilan odur. Muvaffakiyet veren O’dur. Kolaylik veren O’dur. Eger o olmasaydi, O’nun lûtfu olmasaydi, biz O’nu taniyamazdik.

Ey, amelleri ile övünenler! Ey amellerine magrur olanlar! Ey, amelleri ile böbürlenenler! Ne de cahilsiniz! Ne de bilgisizsiniz! Eger Allah’in tevfîki olmasaydi ne namaz kilmaga muktedir olabilirsiniz ne oruç tutmaga ne sabirli olmaga.
Sizler övünme mevkiinde degil, bilakis sükretme durumundasiniz. Övünmege hakkiniz yok. Sükretme vazifeniz var...EY OGUL!

Haram yemek kâlbini öldürür. Helâl yemek ise onu ihya eder. Lokma vardir kalbini nurlandirir. Lokma vardir onu karartir. Lokma vardir seni dünya ile istigal eder hale getirir. Lokma vardir, seni dünya ile ahiretin Yaradani’na ragbet ettirir.

Haram yemek, seni sirf dünya ile istigâle sürükler ve sana günahlari hos gösterir. Mubâh yiyecekler seni ahiret ile istigale sevk eder ve sana tâatleri sevdirir. Helâl yiyecekler ise senin kalbini Allah’a yakinlastirir.

Bu yiyecekler, ancak ma’rifetullah ile yâni Allah’i tanimakla bilinir. Ma’rifetullah ise defterlerde ve kitaplarda degil kalblerde bulunur. Ma’rifetullah haktan gelir. O’nun mahlükatindan gelmez. Aziz ve Celal olan Allah’i tanimak, yani ma’rifetullah, Allah’in ahkâmi tasdik edip sidk ile tatbik ettikten ve yasadiktan sonra hâsil olur.
Allah’i tevhidden ve yalniz O’na güvenip dayandiktan sonra hâsil olur. Yaratilanlarin sevgisinden ve onlara dayanip güvenmekten bütünüyle siyrildiktan sonra hâsil olur.

Sen Allah’i nasil taniyor, nasil biliyorsun ki? Sen ancak yemeyi, içmeyi giyinmeyi ve evlenmeyi biliyorsun. Üstelik bunlar nasil olursa olsun, neredengelirse gelsin, hiç aldirista etmiyorsun. Sen, hiç, Nebî Sallâllahü Aleyhi Vesellem’in su sözünü isitmedin mi?

- Bir kimse ki , yedigini-içtigini nasil ve nereden kazandigina aldiris etmezse Allah da onu cehennemin kapilarinin hangisinden sokacagina aldirmaz .

Izzet ve celâl sahibi Hakk’in evi olan kalbini tahliye et, bosalt. Orada Allah sevgisinden baska hiç bir seye yer verme. Melekler içinde suret bulunan bir eve girmezlerse, içinde bir sürü suretlerle putlarin bulundugu senin kalbine nasil girer? Mâsivadan gayri her sey bir puttur. Allah’dan gayri her sey bir puttur. Öyleyse sen putlari kir.
Evi temizle. Iste o zaman evin sahibinin orada hazir oldugunu göreceksin.

Allah’im, bizi, seni kendimizden razi edecek amelleri islemege muvaffak eyle.

Ey Rabbimiz! Bize dünyada iyilik ver. Ahirette de iyilik ver. Bizi cehennem azabindan koru!...




Bir Anneden Kızına Mektup http://tevhidweb.cjb.net

Bir Anneden Kızına Mektup :

Yavrum! Şimdi sana kırk yıllık evliliğimin tecrübelerine dayanarak bazı nasihatlerde bulunacağım. Bu nasihatlerime uyarsan dünyada mutlu bir ömür geçirdiğin gibi, âhırette de ebedî saâdete ulaşırsın.

1 - Kanaatkâr ol! Yâni, kocan tarafından getirilen yiyecek ve giyecek herşeyi memnuniyetle kabul et! Çünkü, kanaat, kalbi huzûra kavuşturur.

2 - Söylenenleri dâima iyi dinle ve kocanın meşrû emirlerine itaat et!

3 - Evin ve her şeyin her zaman, temiz, muntazam ve düzenli olsun!

4 - Eşinin yemek saati ile uyku saatine dikkat etmelisin! Açlık insanı huysuz eder, uykusuzluk ise, öfkelendirir.

5 - Evinin mallarını ve eşyasını iyi koru! Yaptığın işleri, iyilikleri başa kakma! İyiliğe karşı iyilik çabuk unutulur, fakat kötülüğe karşı yapılan iyilik unutulmaz.

6 - Eşinin yakınlarına güzel muâmelede bulun! Kocanın hatâlarını, yalnız iken, yumuşak bir şekilde söyle!

7 - Koca! nın sırlarını hiç kimseye söyleme! Karı-koca arasındaki sırlar kabre berâberlerinde gömülmelidir.

8 - Eşinin üzüntüsünü ve neşesini paylaş! Ona her yönüyle iyi bir hayat arkadaşı ol! Yalan, yuvayı içten içe yıkan bir kurttur.

9 - Aranızdaki problemleri kendiniz hâlledin! Sakın bunları, bize ve başkasına taşıma! Kimseden medet umma!

10 - Kocandan, almakta zorlanacağı, gücünün yetmeyeceği şeyleri isteme!

11 - Kadının güzel huylusu, eşine Cennet nîmetidir. Sen kocana Cennet nîmeti ol! Azap çektirme!

Bunları yapabilmen, ancak, onun isteklerini kendi isteklerine, onun rızâsını kendi arzularına tercih etmenle mümkün olabilir. Hep kendi istek ve arzularını ön plâna çıkartırsan, bu nasihatleri tutman mümkün olmaz.


Bişr-i Hafi Hazretleri'nden Tavsiyeler http://tevhidweb.cjb.net


Bişr-i Hafi Hazretleri'nden :

"Kardeşlerim! Dün öldü, bu gün can veriyor, yarın henüz doğmadı. zamanın kıymetini bilin. ömrü boş işler peşinde harcamayın. şöhretten sakının. insanlar bu gün över; yarın söverler. ölçünüz Allah Rızası olsun. Şükredin; bütün azalarınızla şükrederek, gerçek şükredenlerden olun. sadece dille şükreden kimsenin şükrü az olur. gözün şükrü, bir hayır gördüğü zaman ibret almak, şer gördüğü zaman örtmektir. kulağın şükrü, bir hayır işitirse onu ezberlemek, şer işitirse onu unutmaktır. ellerin şükrü harama uzanmamaktır. midenin şükrü helal yemek; ayakların şükrü harama gitmemektir. kim böyle yaparsa gerçek şükredenlerden olur. Öfkelenmeyin. öfke ve şehvet insanı küfre götürür. kişi gazabını yenmedikçe takva sahibi olamaz. Sabredin. sabır güzeldir. susmak sabırdandır. makamların en yükseği fakirliğe sabretmektir. Dünya ve ahiret rahatınız için kötü ahlak sahipleriyle görüşmeyin. Ey Müminler! nefsinizin kölesi olmayın."

Sözler1

Mustafa ISLAMOGLU'ndan Tavsiyeler http://tevhidweb.cjb.net

Mustafa İSLAMOĞLU Hoca'nın Tavsiyeler adlı kitabından alıntılar

İLİM:
1- Gayesiz olmayınız.Gayesiz olmak ot olmaktır.
2- Kendinizi tanıyınız.Her şey sizde başlıyor.İnsan hem yol hem yolcu.Yolcu
yolu tanımak istiyorsa kendini tanımalı.
3- İnsanı tanımaya kalkanlar öğrenme kabiliyetinin insanı insan eden temel
ayrıcalık olduğunu
farkedeceklerdir.
4- Cehaletten vebadan kaçar gibi kaçınız."Oku" emri,bir mucize eseri olarak
Kur'andan inen ilk ayetin kelimesidir.Okuyan sadece göz
değildir.Kulak,burun,dil,zihin,kalp,ruh he okuyan birer alettir.Ne ki okuma
biçimleri farklıdır.
5- Bilgi edinme sırasında önceliği acil ihtiyaçlara veriniz."Bu bilgi benim
için ihtiyaç mı ?" sorusunu sormanız gerekmektedir.
6- İlmi dini ve dünyevi diye ikiye ayırmak bizce doğru değildir.Bir Mü'minin
dünyası dininden ,dini dünyasından bağımsız değildir.
7- Bilgiye sahip olabilmek dünyada sahip olunabilecek dünyalıkların en
hayırlısıdır.
8- Bilgi hamallığından cehalletten kaçar gibi kaçınız.Allah Rasulü faydasız
bilgiden Allah'a sığınmıştır.Faydasız bilgi zihin
taşıdır,düşürülmelidir.Zihin taşı,bçbrek taşından kimi zaman daha
tehlikelidir ve tedavisi zordur.Böbrek taşını lazer ışınlarıyla parçalamak
mümkünken zihin taşını parçalamak neredeyse imkansızdır.İlmin ve alimin
tarifini "Kulları içerisinde Allah'tan layıkıyla ancak alimler sakınır"
ayetinden yola çıkarak bulabilirsiniz

Sezai KARAKOÇ

Monarosa

I Aşk Ve Çileler

Mona Rosa, siyah güller, ak güller

Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak

Kanadı kırık kuş merhamet ister

Ah... senin yüzünden kana batacak

Mona Rosa, siyah güller, ak güller.

Ulur ay'a karşı kirli çakallar

Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa

Mona Rosa, bugün bende bir hal var

Yağmur iğri iğri düşer toprağa

Ulur ay'a karşı kirli çakallar.

*

Açma pencereni perdeleri çek;

Mona Rosa seni görmemeliyim

Bir bakışın ölmem için yetecek

Anla Mona Rosa ben bir deliyim

Açma pencereni perdeleri çek.

*

Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi

Bende çıkar güneş aydınlığına

Bir nişan yüzüğü, bir kapı sesi

Seni hatırlatır her zaman bana

Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi.

*

Zambaklar en ıssız yerlerde açar

Ve vardır her vahşi çiçekte gurur

Bir mumun ardında bekleyen rüzgar,

Işıksız ruhumu sallar da durur

Zambaklar en ıssız yerlerde açar.

*

Ellerin ellerin ve parmakların

Bir nar çiçeğini eziyor gibi

Ellerinden belli olur bir kadın

Denizin dibinde geziyor gibi

Ellerin ellerin ve parmakların.

*

Zaman çabuk geçiyor Mona

Saat onikidir söndü lambalar

Uyu da turnalar gelsin rüyana

Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar

Zaman çabuk geçiyor Mona.

*

Akşamları gelir incir kuşları

Konarlar bahçenin incirlerine

Kiminin rengi ak, kiminin sarı

Ah... beni vursalar bir kuş yerine

Akşamları gelir incir kuşları.

*

Ki ben Mona Rosa bulurum seni

İncir kuşlarının bakışlarında

Hayatla doldurur bu boş yelkeni

O masum bakışlar... su kenarında

Ki ben Mona Rosa bulurum seni.

*

Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa

Henüz dinlemedin benden türküler

Benim aşkım uymaz öyle her saza

En güzel şarkıyı bir kurşun söyler

Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa.

*

Artık inan bana muhacir kızı

Dinle ve kabul et itirafımı

Bir soğuk, bir garip, bir mavi sızı

Alev alev sardı her tarafımı

Artık inan bana muhacir kızı.

*

Yağmurdan sonra büyürmüş başak

Meyvalar sabırla olgunlaşırmış

Birgün gözlerimin ta içine bak:

Anlarsın ölüler niçin yaşarmış

Yağmurdan sonra büyürmüş başak.

*

Altın bilezikler , o kokulu ten,

Cevap versin, bu kanlı kuş tüyüne

Bir tüy ki can verir gülümsesen

Bir tüy ki kapalı geceye güne

Altın bilezikler , o kokulu ten.

*

Mona Rosa, siyah güller, ak güller

Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak

Kanadı kırık kuş merhamet ister

Ah... senin yüzünden kana batacak

Mona Rosa, siyah güller, ak güller.

*

II Ölüm Ve Çerçeveler

*

Bir lamba yanıyor hafif ve sarı

Garip bir yolculuk, tren ve geyve

Bir hançer bölüyor, ah... rüyaları:

Bir rüya, bir hançer, bir el: ve, ve, ve...

*

Lambalar yanıyor hafif ve sarı

Gece kar yağacak sabaha kadar

Toprakta et, kemik çatırtıları...

Yarı ölüleri bir korku tutar,

Değince bir taşa kafa tasları,

-Ölüler ki yalnız tırnakları var,

Ve yalnız burkulmuş diz kapakları...

*

Bir lamba yanıyor hafif ve sarı,

Esmer delikanlı, hatıra ve kan.

Yeşil gözlü kızın hıçkırıkları,

Sızıyor bir kapı aralığından,

Lambalar yanıyor hafif ve sarı

*

Bir lamba yanıyor hafif ve sarı

Açıyor elini göğe bir kadın

Uzuyor, uzuyor altın saçları

Uğrunda ölünen güzel kızların

*

Lambalar yanıyor hafif ve sarı

Çocuklara açar mağaraları

Güngörmemiş kuşlar ve örümcekler

İlân-ı aşktan dil balıkları

Aşina suları çabuk terkeder.

*

Lambalar yanıyor hafif ve sarı

Bakıyor ateşe, küle böcekler.

Köpekler parçalar kanaryaları

Mektupları bir boz ağaç kurdu yer

Baykuşlar ötüyor harabelerde

Yanıyor lambalar hafif ve sarı.

*

Bir kaza kurşunudur her yerde

Süvarisiz şaha kalkan atları

Bir ruhun ışığı vardır göklerde

Lambalar yanıyor hafif ve sarı

Ötüyor baykuşlar harabelerde.

*

Bir lamba yanıyor hafif ve sarı

Titriyor yıldırım düşmüş gibi yer

Bekledi arzuyla karanlıkları

Anneler, babalar, erkek kardeşler:

Tâ içinden duyar ani bir ağrı

Bir hüzün şarkısı tutturur gider

Anneler, babalar, erkek kardeşler...

*

Lambalar yanıyor hafif ve sarı

Her yatak dopdolu, bir yatak bomboş

Bir neşe şarkısı tutturur gider

Birinci, ikinci, üçüncü sarhoş

Kurşunlar sıkılır göklere doğru

Serçe yavruları havada titrer

Lambalar yanıyor hafif ve sarı...

Bir lamba yanıyor hafif ve sarı

İnce yelkenleri alıyor yeller

Titretir kalpleri ve bayrakları

Gemiden toprağa uzanan eller...

*

Lambalar yanıyor hafif ve sarı

Bir yosun köküne hasret kalacak

Gizli hazineler, su yılanları...

İnce yelkenleri alıyor yeller

Bir lamba yanıyor hafif ve sarı

*

Bir lamba yanıyor hafif ve sarı

Beyaz pelerinli hür tayfaları

Kendine bağlar siyah kediler

Titriyor gönüller ve kara bayrak

Bir yosun köküne hasret kalacak

Gemiden toprağa uzanan eller

Bir lamba yanıyor hafif ve sarı

*

Bir lamba yanıyor hafif ve sarı

Garip bir yolculuk, tren ve geyve

Bir hançer bölüyor, ah... rüyaları:

Bir rüya, bir hançer, bir el: ve, ve, ve...

*

III Pişmanlık Ve Çileler

*

Rüzgar eser, yağmur yağar, tilkiler üşür;

Bir odun parçası aydınlatır ocağı,

Annesi ateşin önünde perişan,

Annesi ateşin içinde hür,

Rüzgar eser, yağmur yağar, tilkiler üşür.

*

Yağmurlar sırtıyla sırtımın arasındadır,

Şarkılar dudaklarıyla dudaklarımın.

Kalbimi bin parçaya böldü bir divane sır

Sesi geliyor sesi günahkar çocukların

Şarkılar dudaklarıyla dudaklarımın arasındadır.

*

Benim de boyum ufak, onun da ufaktı.

Kıvırcık saçlarından öpmediğim için onu,

Onun bu ocakta yanan toprağı

Her gece rüyamda avuçlarımı yaktı

Benim de boyum ufak, onun da ufaktı.

*

Benim gözlerim yeşildir, onun gözleri kara

Ben günah kadar beyazım, o tövbe kadar kara

*

Annesinin başı ellerinin arasında

Parmağında aydınlık günlerden kalma yüzük

Bir fotoğraf asılıdır duvarda.

Aynaya, geceye, maziye dönük

Annesinin başı ellerinin arasında

*

Bir tüfeğin burnu havadadır

Ateş almak üzeredir mermisiz

Ben bir küçük kızım, ben bir deli kızım,

Siz beni ne anlarsınız siz

Bir tüfek ateş almak üzeredir mermisiz.

*

Bir saman çöpüne tutunmuş kızların

Eteğini ben çektim.

Neyleyim. göğsümü Karadağ'ın sert rüzgarı doldurmuş

Annemden ilk sütü Geyve'den içtim.

Ankara'ya, Çataldağ'a bir zindandan gün vurmuş

Az kalsın yerine ben ölecektim

Bir saman çöpüne tutunmuş kızların.

*

Kediler halıları parçalıyor

Kırmızı bir ışık düşüyor yere

Annenin dizinde derman yok

Annenin kafası iki parçadır...

Hükmedemiyor insan ruhuna ateş,

Rüzgar hükmedemiyor incecik perdeler,

Kediler halıları parçalıyor

Ateşte sarı gül açar saksılar,

Kızarmış bir ekmek gibi duruyor

Kulağıma garip sesler geliyor.

*

Kuş yumurtasından çıkan insanlar,

Ahırda bir ata eğer oluyor;

Kulağıma garip sesler geliyor.

*

Ben bir şarkı ben bir türküyüm,

Ben Meryem'in yanağındaki tüyüm;

Beni bir Aziz'in nefesi uçurur,

Kalbimde Allah'ın elleri durur.

Cici ayaklarım iplikle bağlı,

Ben onun sılası, kendimin gurbetiyim,

Ben bir Aziz'in hasreti

Ben Meryem'in yanağındaki tüyüm.

*

Benim gözlerim yeşildir, evet evet onun gözleri kara,

Ben günah kadar beyazım, o tövbe kadar kara...

*

Ocak sönüyor, ateş kül oluyor

Annesinin saçları beyaz,

Annesi saçlarını yolmuş.

Ateşin içinde gül açılmış,

Selvi büyür, ardıç büyür, çocuk büyür,

Ocak sönüyor ateş kül oluyor,

Annesi ruhunda ruhuma eğiliyor.

*

Sineklerin kanadını ısıtan

Bir güneş toprağı yarıp çıkacak

Kadınlar sansa da yaşadığını

Şarkısız kaldıkça yaşamayacak

Kadınları şarkılar, akrepler aydınlatır

Kadınları şarkılar, zehirler aydınlatır.

*

Artık ben gideceğim, ata eğer vuruyorlar

Hatıralarımı birer birer yakacağım

Entarimi parça parça edip

Zehirli kirpilere bırakacağım

Beyaz bir kayanın üstüne çıkıp

Göğsüme siyah bir gül takacağım

Batan güneşe doğru kurşunlar sıkıp

Kendimi boşluğa bırakacağım.

*

Ayaklarımın altından geçiyor bir deniz

Ben bir küçük kızım, ben bir deli kızım,

Siz beni ne anlarsınız siz

Artık ben gideceğim atım kişniyor

Bir bebek mum istiyor, bir ölü şarkı istiyor.

*

Ayaklarımın altından geçiyor bir deniz, bir deniz

Beni onun gözleri çağırıyor duramam, duramam

Benim gözlerim yeşildir, ah... onun gözleri kara

Ben günah kadar beyazım, o tövbe kadar kara.

*

IV Ve Mona Rosa

*

Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara

Sana doğru uzanan çaresiz ellerimi

Sırrımı söylüyorum vefakâr balıklara,

Yalnız onlar tutacak bu dünyada yerimi.

Koyverip telli pullu saçlarını rüzgâra,

Bir çocuğun ardına düşen heykellerimi

Peygamber çiçeğinin aydınlığında ara.

*

Bir çevre sağ elimden bulanık suya düştü

Ve boğazımı sıktığı parmaklar ince uzun

Günahkâr toprağıma saçından bir tel düştü,

Sana ne olmuş Rosa bir derde tutulmuşsun

Bir ekmek kadar aziz fikirler böyle pişti

Noel ağaçları ve manolyalar kahrolsun

Bir çevre sağ elimden bulanık suya düştü

*

Şu şapkayı çıkarıp atıyorum ırmağa

Her şeyim sizin olsun, hep sizin kesik başlar

Rüyasında örümcek başlarsa ağlamağa,

İçine gül koyduğum tüfek ölmeye başlar

Günahını sırtına yüklenen kaplumbağa

Gibi ölüm önünde özbenliğim yavaşlar

Öyleyse şu şapkayı atıyorum ırmağa.

*

Bu kokuyu erkekler kediler gibi alır.

Ve kediler her gece sürünür yastıklara

Denizleri bahtiyar eden günler kısalır

Satılmayan çiçekler zehirili ve kapkara,

Unutulmuş erkekler ve kadınlara kalır

Bir geyiğin gözleri düşer eriyen kara

Ve erkekler kokuyu kediler gibi alır.

*

Bugün yalnız yağmura tahammül edeceğim,

Ta boğazıma kadar çıkan deli yağmura

Tüyüme horozdan çok itimat edeceğim

Asılmış bir adamın iki eli yağmura

Ruhuma bayrak yapıp ben teslim edeceğim

İtimat edeceğim bu belâlı yağmura

Bugün yalnız yağmura tahammül edeceğim.

*

Ve yalnızlık sigara külü kadar yalnızlık

Ve toprağın rüyaya yılan gibi girişi

Sana da Mona Rosa taş bebeği bıraktık

Ellerinde kılçıklı balıkların bir dişi

Senin hatıran kadar Allah ve şeytan işi

Ve yalnızlık sigara külü kadar yalnızlık

*

Bir tren ışığına güneşe çekmek seni

Ve bir şiir yaratmak ruhunda Geyve diye

Parçalanan gemiyi ve yırtılan yelkeni

Katıvermek sessizce söylenen bir türküye

Ve sonra bir köşede öldürmek ölmeyeni

Ve son vermek bitmeyen bu bitmeyen şarkıya

Bir tren ışığına güneşe çekmek seni.

Sana tavus kuşunun içime girdiğini

Son, en son söz olarak söylemek istiyorum.

*

İçime girdiğini tüyümü yolduğunu

Son, en son söz olarak söylemek istiyorum.

*

İçimde tavusların birbir kaybolduğunu,

Bana da bir çift ak kanat kaldığını,

Son, en son söz olarak söylemek istiyorum.


Sezai KARAKOÇ

KURTUBA CAMİİ

Muhammed İKBAL
KURTUBA CAMİİ
Gece ile gündüz zinciri, hadiselerin görünüş tablosudur,
Gece ile gündüz zinciri, hayat ile ölümün aslıdır.

Gece ile gündüz zinciri iki renkli ipek ipliğidir sanki,
Bunlardan örer zat-ı ilahî kendi sıfatlarının elbisesini.

Ezel sazının tellerinden çıkan feryattır gece ile gündüz zinciri,
Bunlarla yapmakta Allah teala tiz ve pes perdelerini.

Bu beni de seni de kontrol etmektedir,
Gece ve gündüz zinciri, kâinatın sarrafıdır.

Senin ayarın düşük, benim de ayarım bozuksa eğer;
Ölüm senin fermanındır, benim de fermanımdır.

Allah’ım, senin gece ile gündüzünün aslı astarı nedir?
Gecesi ve gündüzü olan bir zaman akışı değil midir?..

Geçicidir sanatın da tekniğin de bütün harikaları,
Yoktur, yoktur dünya işlerinin kalıcılıkları.

Her şeyin önü de sonu da zahiri de batını da fânidir,
Yapılan eski de olsa yeni de olsa son durağı yine fâniliktir.

Buna rağmen Allah dostlarının eseri olan eşyada,
Bir ölümsüzlük bir ebedîlik vardır adeta!

Allah dostlarının her işinin olgunluğa gidişi aşktandır.
Aşk hayatın ta kendisidir, ölüm ona haramdır.

Gerçi zamanın akışı pek hızlıdır her şeyi silip götürmektedir;
Ama aşkın kendisi diğer selleri durduran bir büyük seldir.

Aşk takviminde geçip giden asırlardan,
Başka zaman mefhumları da vardır adı olmayan!

Aşk Cebrail’in nefesi, aşk Mustafa’nın kalbidir,
Aşk Allah’ın kelâmı, aşk Allah’ın Peygamberidir!..

Topraktan olan insan aşkın cezbesinden canlıdır,
Aşk katıksız bir şarap, aşk cömert bir şarap bardağıdır!

Aşk Kâbe’nin fakihi, aşk orduların önderidir,
Aşk binlerce uğrak yeri olan bir gezgindir.

Hayat sazından gelen nağme aşk mızrabının vuruşundandır,
Hayatın nuru saadeti aşktan, ateşi alemi yine aşktandır.

Ey Kurtuba Camii senin varlığın aşktandır,
Aşk büsbütün devamlılıktır, onda fânilik yoktur.

Renk ya da taş tuğla, saz ya da kelime ve ses olsun hepsi bir,
Sanatın harikalığı ciğer kanından meydana gelmesidir!.

Ciğer kanıyla taş sütunları gönül olur,
Ciğer kanından ses yanış, neşe ve nağme olur.

Ey Kurtuba! fezan gönül açıcı, şiirim göğüs yakıcıdır,
Senden gönüllere huzur, benden de heyecan ve yanış vardır.

Arş-ı Alâ’dan daha kısa değildir, insanoğlunun göğsü imanla dolarsa;
Her ne kadar bu topraktan yaratık gök kubbe ile bağlanmışsa da!..

Melekler daima secdede bulunuyorlarsa ne var sanki?
Onların nasiblerinde secdelerin yanış ve yakılışları yok ki!

Hintli bir kâfirim, aşkıma ve cezbeme bak benim,
Salât ve selâma durmuştur kalbim ve dilim!

Aşk dilimdedir benim, aşk üflediğim ney’imdedir benim,
«Allah hu» nağmesi kanımda, damarımdadır benim.

Ey Kurtuba! Güzelliğin ve azametin kahraman bir insanın âlametidir,
Sen güzel ve azametlisin, seni yapan da güzel ve azametlidir.

Senin mimarin ebedî, sütunların sayısızdır,
Sanki Şam yaylasında hurma ormanı gibidir.

Senin çatı ve kapına Sina çölünün ışığı vurmuştur sanki,
Yüksek ve güzel minaren Cebrail’in tecelli yeridir sanki.

İslâm milleti hiçbir zaman yok olmayacaktır,
Çünkü ezanlarında Musa ile İbrahim’in sırrı tecelli etmektedir.

Onun vatanı sınırsız, bütün dünya onun ufku gediksizdir,
Denizin dalgaları Dicle, Nil ve Dinyeper nehirleridir.

Ne hayret vericiydi o müslümanların devri;
Medeniyetleri inanılması güç bir efsane gibiydi.

Köhne devirlere göç emrini verdiler.
Manevî zevk sahiplerine neşe cezbe vermiştiler.

Ve aşkın savaş meydanlarında onlar müthiş süvarilerdi,
Onların şarapları tertemiz, kılıçları çok keskindi.

Zırhları da «la ilahe illallah» olan erlerdi.
Kılıçların gölgesinde sığınakları yine tevhid idi.

Ey Kurtuba! sırrı seninle aşikâr olmuştu mü’min’in,
Gündüzlerinin vecd, geceleri yanış ve yakılış dolu olduğunu gösterdin!

Yüksek olduğunu makamının, ulvî olduğunu hayalini,
Aşkını, neşesini naz ve niyazını sen gösterdin.

Allah dostlarının eli, Allah’ın elidir;
İş becerir iş yapar işi halleder ve galip gelir.

İlahî sıfatları kuşanan kul, insan görünüşlü melektir,
İki dünyada da kimseye minnet etmez, tok gönüllüdür.

Arzuları azdır onun, gayeleri çok yüksektir,
Bakışları gönül okşayıcı, tavırları büyüleyicidir.

Onun konuşması sıcak kanlı, hakkı arayışta heyecanlıdır,
Sohbet meclisinde de savaş meydanında da mü’min iyi kalbli ve iffetlidir.

Allah ehlinin gerçek imanı, Hakk’ın bu dünyaya aksedişidir,
Yoksa bu dünya bir efsane, vehim ve sahte oluştan ibarettir.

Mü’min kul, aklın uğrak yeri aşkın ta kendisidir,
Kâinat dizisinde meclisin ateşi ve hareketidir.

Ey Kurtuba Camii! Sanat âşıklarının Kâbe’si, İslâm’ın azâmetisin,
Endülüs toprağı harem mertebesine çıkmıştır varlığınla senin!..

Eğer yeryüzünde varsa bir benzerin,
Müslümanın kalbindedir o da bulunamaz başka yerde eşin.

Ah! O hak yolcularına; Asil İslâm izindeydiler,
Onun yüce ahlâkının, doğruluğunun ve imanının örneği idiler.

Şu sade hakikati ortaya koymuştur onların hükümdarlığı;
Krallık değil fakirliktir, gönül ehlinin saltanatı.

Doğuyu ve batıyı onların görüşleri terbiye etmiştir,
Avrupa’nın karanlık çağında onların aklı yol göstermiştir.

Bugün bile İspanyalılar onların kanının geliştirdiğindendir,
Hoş gönüllü tatlı hareketli açık ve temiz kimselerdir.

Bugün bile o memlekette ahu gözlüler pek çoktur,
Ve gözlerin okları bugün bile tam yüreğe dokunur!..

Endülüs’ün havasında hâlâ Yemen’in kokusu var,
Onun şarkılarında hâlâ Hicaz ahengi var!

Ey Kurtuba! Yıldızlara göre senin zeminin gök kubbe gibidir,
Binlerce ah! ki asırlardır senin fezan ezansız beklemektedir.

İslâm’ı tekrar buraya getirecek aşkın tufan gibi ordusu sert canlı,
Hangi duraklarda, hangi konaktadır, nerede kaldı?..

Almanya dinde reform hareketini, inkılâbını gördü,
İnkılâp ki köhne devrin bütün izlerini silip süpürdü...

Hıristiyanların papasının günahsız olduğu iddiası çürütüldü;
Bu çok nazik fikir gemisi aldı yürüdü.

Fransa’nın da gözü o müthiş inkılâbı gördü,
O inkılâp ki Avrupa dünyasını başka bir çehreye döndürdü.

Gelişen İtalyanlar da köhne fikirlere tapmaktan vazgeçti,
Yenilik lezzetinden o da tekrar gençleşti.

Müslüman ruhunda bugün o devrimlerin dalgalanması vardır,
Lisan izah edemez; bu Allah’ın bir sırrıdır.

Denizde tufan kopmak üzere derinliklerden ne çıkacak bakalım,
Gök rengini değiştirecek mi, bekleyip anlayalım!

Dağ yamaçlarında bulut gurubun kurnazlığına boğulmuş,
Güneş sanki Bedahşan yakutundan bir yığın alev koymuş.

Köylü kızın şarkısı sade ve yıkıcıdır,
Gençlik devri gönül gemisi için bir sel gibidir.

Ey Kurtuba’nın önünden akıp giden Kebîr Irmağı, kenarında senin,
(İkbal diye) Biri oturmuş rüyasını görmektedir bir başka devrin.

İstikbal henüz mukadderat perdesi altında gizlidir,
Gözlerimin önünde onun seheri perdesizdir.

Eğer fikirlerimin üzerinden perdeyi kaldırırsam görülecektir,
Avrupa benim kehanetlerime tahammül edemeyecektir.

Kendisinde devrim olmayan hayat ölüm demektir,
Milletlerin hayatı devrim çırpınışlarını gerektirir.

Kendini kontrol edebilen her millet hayatta kalabilir,
Kaza ve kader elinde keskin bir kılıç gibidir.

Ciğer kanı olmadan her iş eksik ve bozuktur,
Ciğer kanı olmadan şairlik de sevdaların en boşudur.


Cebrailin Kanadı - Çev.Yusuf Salih Karaca

Necip Fazıl

ANNEME MEKTUP

Ben bu gurbete ile düştüm düşeli,
Her gün biraz daha süzülmekteyim.
Her gece, içinde mermer döşeli,
Bir soğuk yatakta büzülmekteyim.
Böylece bir lâhza kaldığım zaman,
Geceyi koynuma aldığım zaman,
Gözlerim kapanıp daldığım zaman,
Yeniden yollara düzülmekteyim.
Son günüm yaklaştı görünesiye,
Kalmadı bir adım yol ileriye;
Yüzünü görmeden ölürsem diye,
Üzülmekteyim ben, üzülmekteyim.


Necip Fazıl Kısakürek (1924)
ÇİLE, Büyük Doğu Yayınları 9.Baskı ARALIK 1983


AYNADAKİ HALİME

Akmayan yaşlarla sıcacık yüzün;
yavrum, bugün seni pek ölgün gördüm.
Gözünde bir küçük noktadır hüzün,
Neş'eni ne bugün, ne de dün gördüm.
Eğri dallar gibi halsiz, yorgunsun,
Birikmiş sulardan daha durgunsun,
Görünmez bıçakla içten vurgunsun,
Seni öz yurdunda bir sürgün gördüm.
Geçti bir cenaze peşinde ömrüm;
Bilemem, vardığın neresi, bugün?
Hergün yürüdüğün kadar yürüdün,
Arkasından kendi ölünün; gördüm..


Necip Fazıl Kısakürek (1926)
ÇİLE, Büyük Doğu Yayınları 9.Baskı ARALIK 1983




Aynalar Yolumu Kesti

Aynalar, bakmayın yüzüme dik dik;
İşte yakalandık, kelepçelendik!
Çıktınız umulmaz anda karşıma,
Başımın tokmağı indi başıma.
Suratımda her suç bir ayrı imza,
Benmişim kendime en büyük ceza!
Ey dipsiz berraklık, ulvi mahkeme!
Acı, hapsettiğin sefil gölgeme!
Nur topu günlerin kanına girdim.
Kutsi emaneti yedim, bitirdim.
Doğmaz güneşlere bağlandı vade;
Dişlerinde, köpek nefsin, irade.
Günah, günah, hasad yerinde demet;
Merhamet, suçumdan aşkın merhamet!
Olur mu, dünyaya indirsem kepenk:
Gözyaşı döksem, Nuh tufanına denk?
Çıkamam, aynalar, aynalar zindan.
Bakamam, aynada, aynada vicdan;
Beni beklemeyin, o bir hevesti;
Gelemem, aynalar yolumu kesti.

Necip Fazıl, Çile
1956
BABADAN OĞULA

Eve dönmez bir akşam;
Ve gün yüzlü çocuğu,
Sorar: Nerede babam?

Bakarlar, oldu, bitti;
Gelir, derler çocuğa,
Baban attaya gitti.

Uzar gider bu atta;
Ve neler neler olmaz
Ve kimbilir ve hatta;

Bir mahşer gerisinde;
Babası döner bir gün,
Oğlunun derisinde...

Necip Fazıl Kısakürek
ÇİLE, Büyük Doğu Yayınları 9.Baskı ARALIK 1983



Bahcedeki Ihtiyar

Yıllar bir gözyaşı olup da kaymış
Nurlu ihtiyarın yanaklarında.
Yapraktan saçını yerlere yaymış,
Sonbahar ağlıyor ayaklarında.
Süzüyor ufukta bir kızıl yeri,
İçi karanlıkla dolu gözleri;
Alnında akşamın ince kederi,
Sessizliğin sırrı, dudaklarında.
Yanan bir kağıtta küçük bir satır
Yazı gibi akşam onu karartır;
Artık o, silinen bir hatıradır,
Bu ıssız bahçenin uzaklarında...
Necip Fazil, Cile
1930
geri anasayfa

Bir Gençlik

Bir gençlik,bir gençlik bir gençlik....
"Zaman bendedir ve mekan bana emanettir "şuurunda bir gençlik
Gökleri çökertecek ve son moda kurbağa diliyle bütün"dikey"leri "yatay"hale getirecek bir çığlık kopararak"mukaddes emaneti ne yaptınız?" diye meydan yerine çıkacağı günü kollayan bir gençlik..

Dininin,dilinin,beyninin,ilminin,ırzının,evinin,kininin,kalbinin davacısı bir gençlik..

Halka değil ,hakka inanan,meclisinin duvarında"hakimiyet hakkındır" düsturuna hasret çeken,gerçek adaleti bu inanışta bulan ve halis hürriyeti HAKKA kölelikte bilen bir gençlik....

Emekçiye "benim sana acıdığım ve koruduğum kadar sen kendine acıyamaz, kendini koruyamazsın ama sende zulüm gördüğün iddiasıyla kendini kendine hakkı ezmekte ve en zalim patronlardan daha zalim istismarcılara yakanı kaptırmakta başı boş bırakılamazsın....."diyecek...Kapitalistlere ise"ALLAH buyruğunu ve rasul emrini kalbinin ve kasanın kapısına kazımadıkça serbest nefes bile alamazsın.." diyecek kökü ezelde ve dalı ebedde bir sistemin aşkına,vecdine,diyalektine,estetiğine,irfanına,idrakine sahip bir gençlik...




Bir buçuk asırdır türlü buhranlar içinde yanıp kavrulan ve bunca keşfine rağmen başını yarasalar gibi taştan taşa çalarak kurtuluşunu arayan batı adamını bulamadığı, türkünde yine bir buçuk asırdır işte bu hasta batı adamında bulduğunu sandığı şeyi,o mübarek oluş sırrını her sistem ve mezhebe ortada ne ne kadar illet varsa devasının ve ne kadar cennet hayali varsa hakikatinin islamda olduğunu gösterecek ve bu tavırla yurduna ,islam alemine ve bütün insanlığa model teşkil edecek bir gençlik....

"kim var?" diye seslenince ,sağına ve soluna bakmadan fert fert"ben varım!" cevabını verici, her ferdi "benim olmadığım yerde kimse yoktur" fikrini besleyici bir dava ahlakına kaynak bir gençlik...

Can taşıma liyakatini canların canı uğrunda can vermeyi cana minnet sayacak kadar gözü kara ve o nisbette usule ve stratejiye uygun bir gençlik...

Büyük bir tasavvuf adamının benzetişiyle,zifirikaranlıkta ,ak sütün içindeki ak kılı farkedecek kadar gözü keskin ve gerçek kahramanlık madeniyle sahtesini ayırtetmekte kuyumcu ustası bir gençlik...

Büyük komik üniversitesi hokkabaz profösörü,yalancı ders kitabı demagog politikacısı çıkartma kağıdı şehri,muzahrafat kanalı sokağı,takma diş fabrikası ,fuhuş albümü gazetesi,mümin zindanı mabedi,temeli yıkı ailesi,hasılı kendisini yaetiştirecek bütün cemiyet müesseselerinden aldığı zehirli tesiri üzerinden atabilecek ,kendi öz talim ve terbiyesine memur vasıtalara kadar nefsini koruyabilecek ,destanlık bir meydan savaşı mutlaka kazanmakla vazifeli bir gençlik....
Annesi ,babsı ninesi ve dedesi de içinde olsa,gelmiş ve geçmiş bütün eski mümin nesillerden hiçbirirni beğenmeyecek onlara "siz güneşi ceblerinizde kaybetmiş merke müslümanlarısınız gerçek müslüman olsaydınız bu hallerden hiçbiri başımıza gelmezdi "diyecek ve gerçek müslümanliğin "nasıl"ını ve "ne idüğünü" her haliyle gösterecek bir gençlik...

İşte bu gençliği,bu gençliğin ilk filizlerini karşımda görüyorum..Şekillenmesi billurlaşması için 30 küsur yıldır devrimbazlık kodomanlarının viski çektiği kamış borularla kalemime ciğerimden kan çekerek yırtındığım,paralandığımve zindanlarda süründüğüm bu gençlik karşısında uykusuz susuz,ekmeksiz,başımı secdeye mıhlayıp bir ömür ALLAHA hamd etme makamındayım .....

GENÇ ADAM !
Bundan böyle senden beklediğim şudur:Tabutumu öz ellerinle musalla taşına koyarken anadolu kıtası büyüklüğündeki dava taşınıda gediğine koymandır...

SURDA BİR GEDİK AÇTIK MUKADDESMİ MUKADDES....
EY KAHPE RÜZGAR ARTIK NE YÖNDEN ESERSEN ES....

geri anasayfa

SAKARYA

SAKARYA

İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya;
Bir yandan akan benim, öbür yanda Sakarya,
Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;
Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.

Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir;
Oluklar çift; birinden nur akar, birinden kir.
Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kainat;
Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat!...

Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne,
Kurşundan bir yük binmiş köpükten gövdesine;
Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için,
Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin?

Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur.
Sırtına Sakarya’nın, Türk tarihi vurulur.
Eyvah, eyvah, Sakarya’m, sana mı düştü bu yük?
Bu dava hür, bu dava öksüz, bu dava büyük!...

Ne ağır imtihandır, başındaki Sakarya!
Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?

İnsandır sanıyordum mukaddes yüklü hamal:
Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal,
Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan;
Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan,

Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu an!
Hani Yunus Emre ki, kuyunda geziyordu;
Hani ardında çil çil kubbeler serpen ordu?
Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna

Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?
Mermerlerin nabzında hala çarpar mı tekbir?
Bulur mu deli rüzgar o sedayı; Allah bir!
Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler;
Sakarya, kandillere katran döktü geceler.

Vicdan azabına eş, kayna kayna Sakarya,
Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!

İnsan üç beş damla kan, ırak üç beş damla su;
Bir hayata çattık ki; hayata kurmuş pusu.
Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek;
Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?

Kafdağını assalar, belki çeker de bir kıl!
Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl!
Sakarya, saf çocuğu, masum Anadolu’nun,
Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun!

Sen ve ben, gözyaşıyla ıslanmış hamurdanız;
Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız!
Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;
Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider!

Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz;
Sen kıvrıl, ben gideyim. Son Peygamber Kılavuz!
Yol O’nun, varlık O’nun, gerisi hep angarya;
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk Sakarya

( 1949 ) Necip Fazıl KISAKÜREK ( Allah Ondan Razı Olsun )

geri anasayfa

SESSİZ GEMİ

SESSİZ GEMİ
Artık demir almak günü gelmişse zamandan
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.

Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil, ne de bir kol.

Rıhtımda kalanlar bu seyahetten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli,

Biçare gönüller! Ne giden son gemidir bu!
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu.

Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
Bilinmez ki giden sevgililer dönmeyecekler.

Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden,
Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden.

Yahya Kemal

Mustafa İslamoğlu Şiirleri

I
ifk gazeli

eteğinde çamur anne, eteğinde ateş
sanki Kudüs oldun anne, yüzün bir güneş

o ne avuçladığın anne ellerin yanmış
ruhlar ağlaşıyor yine, melekler ayaklanmış

denizler kabardı sen dur, denizler kabardı
bu ırmaklar yokken anne gözlerin vardı

kundaklanmış saçlarından kıvılcım düştü
yaralanmış tüm aşıklar ona üşüştü

yıldızları mı küstürdük uçup giden ne?
belki yoruldu melekler göğü tut anne

eteğinde çamur anne, eteğinde ateş
sanki Kudüs oldun anne, yüzün bir güneş




II
sarı şiir

sen güneşin yıkandığı denizsin
hüzünlerin cennetisin ey sahra
vahaların olsun cümle ormanlar
sen de şiirlerin ormanısın ya
bir deve kervanı çöl sükutunda
velut bir anadır şiir doğurur
artık kelimeler bir bedevidir
her ayak sesinden şiir yoğurur
şairin ölümü bir fırtınadır
bu sarı denizde kopar vaveyla
kaybolan şiiri çağırmak için
şairler Mecnun’dur sahra bir Leyla
hasna bir devenin tek vuruşundan
kaş vezin doğurdun ve de kaç hüzün
sesini alırım hüma kuşundan
failatün failatün failün


Zeyl-a

çöllerin benzi sarıdır
veremli bir gelin gibi
anne elin kınalıdır
yüreğin de elin gibi

III
gerdanlık

Beni Mustalık bir hüzün seferi
göklerin gelini kum denizinde
yüzüyor,yüzüyor ışıktan gemi
bir ay taşınıyor hevdec içinde
gün batımı vakti göğün perçemi
kumlara değerken bir iniltidir
-ey hevdec bir kere göster annemi
duaların tam icabet vaktidir
göklerin gelini bir hüma kuşu
aydan önce doğan bir ay gibidir
sarı şiir şimdi sermest bir halde
asılmakta göğün halkalarına
ve kader bıçağı ipe değince
sırça bir kalp çarpar hüzün dağına
güneş o var diye terkeder çölü
ay sessizce gelir durur yanına
ufuk bahtı gibi karaya çalar
artık erişilmez gam kervanına
göklerin gelini uykuya dalar

zeyl-b

hüznü hüzne vurdun anne
yüreğe dert kurdun anne
gözyaşını Yusuf diye
rüzgara savurdun anne


IV
zafir taşı

Kervan gelir Yemen’den yükü zafir taşıdır
tüm gelinlik kızların ilk gençlik rüyasıdır

bu taş bir parça siyah bir parça kan kırmızı
belki Salih Nebi’nin devesinin kanıdır

o siyah bir belayı gerdanlara taşıyan
gerdanlıklar belki de bir gazap nişanıdır

nice gafil davranıp geçirmişim boynuma
bu takı değil sanki bir bela tasmasıdır

kırılan ip ip değil pak yüreğimmiş benim
dökülen de taş değil gözlerimin yaşıdır

ve “fe sabrun cemilun v’Allah’l-müsteanu…”
ki O biliyor bir tek,bu iffet savaşıdır


V
ifk

nur ordusunun bir soylu neferi
çöl serinliğinde nur aramakta
Saffan ibni Muattal es-Sülemi
gecenin göğsünden huzur sağmakta
içinde bir deniz sakin mi sakin
birden kabarmakta,dalgalanmakta
-O’ndan geldik O’na döneceğiz biz
ey annemiz işte devem,buyur,bin
kutsal emaneti o taşımakta
kafile görünür tan ağarırken
emaneti ulaştırır şafakta
bazı gözler ihanete ayarlı
bazı gözler takılmıştır çapakta
göklerin gelini yalnız sorudur
düşman sınanmakta,dost sınanmakta
atılmıştır pak damene bir çamur
Allah yıkamağa hazırlanmakta
düşman atsın taşlarını gam değil
dostun attığı gül yaralamakta
göklerin gelini baba evinde
çektiği ah yeri göğü sarsmakta

VI
muştu

Ümmü Rûman sanki kurumuş çınar
Sıddîk dostluk için bedel ödüyor
gelin gözlerini dikmiş o nura
nur da her an göğe nazar ediyor
bir Yusufcuk konmuş hurma dalına
telaşlı telaşlı bir şeyler diyor
halden anlamayan zavallılara
aldığı haberi tefsir edeyor:
bakma insanlara göğün gelini
sen göğünsün,göğe aç ellerini
eğer kullanırsan kor yüreğini
v’Allahi sallarsın arş direğini
ve göğün gelini yüzünü döner
meleklerde sükut fırtına diner
bir yaralı gönle hassas kapılar
açılır,açılır ardına kadar
gözyaşından kanat dua kuşuna
ışık hızı erişmez uçuşuna
nur sevgili gelir:müjde Hümeyra
Rab akladı seni senâ et O’na
birden aydınlanır yüzü Sıddîk’ın
ve Ümmü Rûmân’a taze can gelir
yüreğin umudu emdiği bu an
Yakub’un gözünün gördüğü andır
Adem’in Havva’ya kavuştuğu dem
Nuh’un toprağa yüz sürdüğü andır
İbrahim’e ateş cennet kesildi
İsmail’in kurtulduğu zamandır
ebeveynin gözü güne can verir
ve derler,teşekkür etmelisin sen
tek cevap göklerin hür gelininden:
Rabb’ime teşekkür ediyorum ben
Meryem saflığında bir de itiraf:
vahiy benim için inmez sanmıştım
binler şükür olsun ben aldanmıştım
ey yerin annesi gökler gelini
Yusuf’u zamandan çekme elini
ey yerin annesi gökler gelini
Yusuf’u zamandan çekme elini



zeyl-c

örtüne çiçek düşürdüm
namluya duanı sürdüm
sen ağlamasaydın anne
gül mevsiminde üşürdüm


VII
güneşimi vurdular

dalgalar sırılsıklam, dökülmüş elleri kolları
yorgun argın, güneşi kıyıya sürüklüyorlar
kıran kırana vuruşuyor hüzün mavisi ışıkları
ıskalayan tüm kurşunlar onda karar kıldılar
çoktan gelmiş olmalıydı göğün ak kanatlıları
beni alıp götürmedi, neden bu sabah sular
sahi,
unutmuşum,
güneşimi vurdular

denize düşerken gördüm aldırmıyordu insanlar
bulutların arasından yuvarlandı koya
önce burna çarptı çığlık çığlığa kayalıklar
sonra can havliyle devrildi suya
ah…bayram etti cümle balıklar
ama bir gariplik var, hiç ağlamazdı kuşlar
sahi,
unutmuşum,
güneşimi vurdular

ışıktan öpücük konduruyor sahile sular
ellerim hatırassı, güneş bulaşıığı ellerim
abdest organlarımda hâlâ izi var
şafağın bitmesini boşuna beklemişim
gözlerime ne oldu, neden bir tuhaf oldular
sahi,
unutmuşum,
güneşimi vurdular

ne geceler atardım önüne,hepsini de yerdi
ayrılığı felaket, yanımdayken burnuma tüterdi
eyvah ki yalnız beni değil yıldızları da kırdılar
onlarsız yapamaz, bilirim, hep koynunda yatardı
geç oldu, hâlâ anlayamadım, saati niçin sordular?
Sahi,
unutmuşum,
güneşimi vurdular

tam alır yerinden yemiş kurşunu güneş
melekler her ahından bir cehennem yontarlar
güneş ki masum kadınların iffetine eş
göklerin maksadı ne ki kırılıyor gerdanlar
neden beni okşayan melekler uykudalar
sahi,
unutmuşum,
güneşimi vurdular.
1992-96

göçmen kuşlar¹

hançerlenmiş çatal yürek iki baş
başbaşa vermişler konuşmuyorlar
yetimcegözlerden savruluyor yaş
yağıyordışarda içli içli kar
çatal yürek hançerlenmiş bir çift baş

bir kuş kör kafeste babasız kalır
kavrulur bir serçe anasızlıktan
ah gülmeyen gözler yollarda kalır
dökülür yaşları vefasızlıktan
bir kuş kör kafeste babasız kalır

yataklar küf gibi zindan kokuyor
küsmeler küsmeler ve barışmalar
bir dost yüreğimde sevgi dokuyor
ayrılık gözyaşı son sarışmalar
yataklar küf gibi zindan kokuyor

herkesle gülünür fakat çilelim
ağlanmaz herkesle unutma bunu
dostluk yemininin üstünde elim
bölmez mi bölmez mi hasret uykunu?
ve gülmek ki tokat tokat çilelim

kadehler dolusu baldıran zehri
gördün, göz kırpmadan nasıl içilir
bilirsin haldaşım bu zalim şehri
burda dirilere kefen biçilir
korkusuz içilir baldıran zehri

bak körpe ceylanlar nasıl vurulur
zalim avcı gezer bizim bağlarda
ceylanları vuran eller de kurur
bir parça kırmızı kir kalır karda
yavru ceylanlar bak nasıl vurulur

hangi dost dikmişti şu tomurcuğu
bağrımın içinde göğerip duran
ey kara günlerin dertli çocuğu
senin nabzın mıdır ranzamda vuran
söyle kim dikmişti şu tomuruğu

ne açmaz gül imiş ah şu bahtımız
ağarsa mı ola kıpkırmızı tan
yad elde kuruldu payitahtımız
hüzün sarayında bir garip sultan
ne açmaz gül imiş ah şu bahtımız

artık güneşlerde kara doğuyor
geçmiyor umudu vuran zamanlar
hayat yıldırıyor hayat boğuyor
bilmem kimin için çalıyor çanlar
güneşler de artık kara doğuyor

bu yağmur bu yağmur niçin yağar ki
görmez mi bir çift göz suluyor yeri
vurulanlara su sunma be saki
kavrulsun garibin yansın yüreği
bu yağmur bu yağmur niçin yağar ki

her seher uzaktan bir horoz sesi
ne çılgın yalıyor parmaklıkları
esiyor Yusuf’un kutlu nefesi
yıkıyor Züleyha kara duvarı
Iraklardan yanık bir horoz sesi

gel yaralı serçem küsme bahtına
vurma kayalara allı başını
anka kuşu olsan geçmem tahtına
bir sen kaybetmedin can yoldaşını
yaralı serçem gel küsme bahtına

ey kara çayımın buğulu kiri
kıvrıla kıvrıla nere gidersin
ötelerden eğer sorarsa biri
bırakmadılar da gelmedi dersin
kara çayımın ey buğulu kiri

mahpus ranzam soğuk yüzüne senin
sahte gülüşleri tercih ederim
meftunu olmuşum demir kefenin
sende yaşar, sende ölüp giderim
mahpus ranzam soğuk yüzüne senin

gece yine kustu bütün kinini
her saniye can çek, kıvran, sabah et
efendi, demirbaş kabul et beni
mevcut listesininbaşına kaydet
gece yine kustu bütün kinini

Derde sevdalıyım derde vurgunum
bu sevda düşürür eline cânâ

hep sürüklenmekten inan yorgunum
niye kattın gittin seline cânâ


perişan dağınık ve de bozgunum
ne çare düşmüşüm diline cânâ

Eyyub’um Yusuf’um hadi Mecnun’um
amma dayanamam yeline cânâ

yanmış vurulmuşum, meftun olmuşum
saçlarının bir tek teline cânâ

yüklenme bu denli kurban olayım
yetmez mi savurdun külüne cânâ

derde sevdalıyım derde vurgunum

yerine varmamış dileklerimi
götürün melekler n’olur götürün
soldurmayın açmış çiçeklerimi
Mevla’dan dertlere derman getirin
yerine varmamış dileklerimi…

bütün umutların bittiği yerde
hayret ölüler de volta atarmış
inanmazsan civan bak yarıver de
gönül mezarımda kimler yatarmış
göster can alıcı o melek yerde

doğduğum yerlerde vurgun mu oldu?
sular mı yürüdü memleketime
soldu, gün görmemiş menekşe soldu
kaç hançer saplandı safiyetime
doğduğum yerlerdevurgun mu oldu?

arasıra kuşum uç üzerimden
vefasızım amma belki özlerim
bir de sen oklama ta can yerimden
gel, bugün de taşma ırmak gözlerim
kuşum arasıra uç üzerimden
göç eden kuşların gözleri kara
dayan gülüm dayan bahar gelecek
muhabbet ne büyük kapanmaz yara
ölecek yaralı serçe ölecek
dönecek mi söyle kuşlar bahara?

Bir güzel düş gibi bir hayal gibi
ssen de git can kuşum, de var sen de git
dost mezarı içim bulunmaz dibi
düşersem aklına el aç niyaz et
belki bir su yürür…içim çöl gibi…


ağıt ve raks²

-Nadir Özkul’a-


ben oyumu felakete veriyorum şeyda
sana dönük yanımda çengiler mat oluyor
saadet-zedelerin morga çevirdiği bir dünyada
bana alevden kostümlerle dans etmek düşüyor
ve şeyda ben oyumu felakete veriyorum

yolum uzadıkça kabaran direncimi
her düştüğüm yeri öperek bileyliyorum
kolay gele demek de nerden çıktı şeydam
gürbüz doğumlarda bir nice ananın harcandığını
imbatla gelenin kabayelle gittiğini biliyorum

senin aldanmak dediğin bana merhem oluyor
gördüğüm kışı zorlu geçmeyen yılın baharını da
saksıya dikme gülleri ilk güneşle soluyor
işte bu kısrak yokuşta çatladı demen için şeyda
dünyanın tüm düzlüklerine kin besliyorum

geç bi yol nazlı, güleryüzlü şiirler yazamam ben
esenlik şölenleri bitti vakt-i çerağanda
vakt-i kahırda hüzün fasılları demidir bu dem
gör ki raksederek ağlamak da varmış hesapta
ama ne raks’ı ne ağıt’ı ben Endülüs’ü evetliyorum

artık bol kahkahalı çokşükürleri bıraktım
esenlik bildirilerini harcıalem mutlulukları
denizi uslu gösteren kartpostalları yaktım
fakat şeydam bir avuç külü yakamadığım için
ben oyumu felakete veriyorum

1984


binbir gece acıları3

söylerken ağlayan şair
doğururken ölen ana
ikisi de bir
aşk ve acı haberim olmadan
en ücra yanıma sığınabilir

I.
güneş ellerini çekti yakamdan
sızısı kasıklarıma vuran arz
kendini bana çalıyor
yaralı bir atın toynakları gibi
kirpiklerim
beni ele verecek diye korkuyorum

son soluğu
koynundan çıkardığım resmin ilişiğindedir
dudaklarında yarım kalmış bir sevda
acının silik bir kopyesi yüzünde
gözlerini görmedim
kaçırmışlar

Beşparmak’ta bir adam
yarasına bakarak
suzinak makamında susuyor

gelme çocukluğumun hasnâ perisi
düşlerimde yeşillen
yaban gülleri, zambaklar toplayayım adına
rüzgarın eline tutuşturayım
ismini yazıp yapraklarına
uçurtmalar yapıp
dudaklarına doğru

II.
caddelerde bir yığın insan
saçlarının rengini
bilmedikleri sevgililer için
öldürdüler birbirlerini
biliyorum, alımına karşı
hep eğreti bir yanım olacak

tedirginim, kuşkuluyum, çaresizim
şimdi her döndüğüm köşede
aradığımı bulurum diye korkuyorum




askerde, Kars’ta
umudumu bağladığım tek ağaca
ceza verdiler
derdi neydi, kim bilir
kendini astı diye bir er
o gün bu gündür
nerde bir ağaç görsem
yanıma ölüm gelir

bayım, buyurgan bayım
bahar gelmiş derler
kime sorayım

III.
perakende ölümler öleceğiz bu sezon
kıyam etmiş Kerbela’nın sakileri
bulutlar çölde bir çeşme arıyor
düğünlere salt ağlamak için katılan biri
çigan bir hayatın çetelesini tutuyor
bastırıp sağrısına elini

bu şırfıntı
binbirgeceden arta kalan bu acı
korkarım ki bana yar olacak
zamantı’nınserin sularında
bir türkü yakamozlanacak benden geriye
kerhen atılmış bir imza
hayatımın sağ alt ucunda sırıtacak

içini açtı bir zambak
bir şiir öksüz kaldı
perde kapandı, kalem kırıldı
ve işte son gemi de yandı
belgelere geçsin “top secret” kaydıyla
artık nihai sözümü söylüyorum:
-rahman, rahim olan Allah’ın adıyla

1985


hâki zamanlar4

bu zeytûni, bu mecbur edildiğim
öylesine aşüfte bir hayatı
çıkarttım gözümden
çektirdiğim resimleri, cop izlerini…
koynuma iki yılan gibi sokulan o yıllar
hayatımın hava parasıydı, ödedim
konuş dediler konuştum, sustum sus dediler
bana hainliğin yakıştığını söylediler
gereği gibi oynadım verilen tüm rolleri
yuhalandım ve alkışlandım, ama şimdi
söndü sahne ışıkları
ardımda kötü bir isim
dostlar,
sessizce terkediyorum burayı
bir hâki zamanın sır tutanağı
bu belgeyi bırakıyorum geleceğe

kafesler içinde kafesler
iniltiye dönüşen ninniler var şimdi içimde
bir ihtilal gibi yayılıyor acı
geçmişime
geleceğime
kalbimle aramdaki o girilmez vadiye

ben bir yasak işledim, sorgum yapıldı
suçsuzum dedim, ama değildim:
imrenerek bakmıştım uçan bir kuşa
katilini emziren bir ananın acısı bendeki
bir seyyahım ki ölümümü sırtımda taşıyorum
sanki yaşıyorum bu minval üzre
bir gün bana darağacı olacak
bu söğüdü sulamak zorunda kalmışım

çaresizliğim!
çaresizliğim!

kendimi vuracak bir kıyı bulursam
biraz daha kahır yüklenirim
sokaklara çıkmam ne de balkonlara
çekilirim gönlümün sıkıyönetimi olmayana diyarına

1985


güneşteki lekeler5

bugün ihanet günüdür
güller kendi dikenlerince kanatılsın
şairler öz elleriyle boğsunlar şiirlerini
söyleyin akrebe bugün ihanet günüdür

aşıklar çiçek sunarken sevdalılarına
siyanür damlatsınlar şebnem yerine
kahramanlar kurtardıkları vatanın
dönüp kendileri geçsinler ırzına

kıravatlar boyunlara, darağaçları cellatlarına
bir kerecek göstersinler öteki yüzlerini
duyurmak için geceleri ağlayan anaların sesini
ihanat etsin bugün de koyunlar çobanlarına

ey yüreğime giyindiğim insanlar
bir çeşni katın kronik ihanetinize
yürek üşürse titrer o titrerse gök sallanır
bir kerecik siz de ihanet edin ihanetinize

seni anınca köpekler ve atlar hatılanacak
ardından korumaya alacaklar neslini
“sen de mi ey!..” demeyecek artık kimse
Sezar sevinecek Brütüs şapka çıkaracak

intihar ağacı mısın ki herkes kendini sende öldürüyor
kan çanağı gözlüm benim Karacaahmed’im
seni ağlatan o nesne alemi güldürüyor
kaç insan soyundun gönlüm kaç ihanet gördün bugün?

1991


sana onları adayacağım

ekmeğime katık, aşımın ateşi
acılarımla başbaşa kalmak istiyorum
yalnız onlar anlıyorlar beni
ve yalnız onları dinliyorum

hayatıma girdin madem
andacım ol hatıramı yaşat
ne beni anladığını söyleyen
ne de yüreğimin gedikli konuğu alsın
sen al acı
senin olayım
beni sen kuşat

kirli kentte, otogar camiinin avlusunda
kırıldı umudumu dizdiğim tesbihim
ben yavrularını yiyen bir kedi gibi
azıtmayı kuruyordum söyleyemedim
bir gül ki ellerinle büyütmüştün
dostların öğütlemişti koklamadan ezmeyi
yarım kalmış o cümleyi söyleyemedim
yaşamak dediğin bir lüks oldu benim için
bundan böyle duyduğun her korna sesinde
biliyorum, gözlerin çiçeklenecek

aşk ağlatır derlerdi
söyletmedi, bu dert söyletmedi beni
uçan kuştan sakındığın bir yaralı goncanın
canına kasteden sen olmasaydın

hatıra defterinin arasından düşen
bir kuru yaprak verdi seni ele
yaşadığımı sanıyordum ya
anılarının arasına çoktan girmişim bile

madem ki ayrılığa hüküm giymiş bu yürek
artık ölmek için yaşamak gerek
hayatımın gözlerinden
damıttığım bu şiiri bin kez ölerek
sana adamamı bekleme benden
gün gelir tütmez olursa ocağım
acılar var bende duvağı açılmamış
bekle
sana onları adayacağım

1985


bir kırık ezgi

sevinmem sevince benzemiyor
ne de üzülmem üzüntüye
gözde geçirilmiş sözler söylüyorum
ömrüme ilişkin
belki birazcık avutur beni diye
ağlamayasın için susuyorum
benden almayasın kara haberi
ağlama ki sakinleşirsin diye korkuyorum
fırtına habercisi gözlerinde
yarasalar uçuşuyor yine

gözyaşların bir kurşun ta şurama saplanır
sen ağlama İbrahim Erciyes gazaplanır

yüreğin işlevini bilmeyen bu insanlar
haber bülteni dinliyorlar
ölümler duymak, kimbilir
cinayete doymak için belki de
birbirine uzak iki zambak hakkında
benim ildiğimi bilmiyorlar
derdimi ancak papatyalara açabildim
şimdi onlar taç yapraklarını yoluyorlar

heba oldu sandığın yaşların hsplanır
İbrahim sen ağlama Erciyes gazaplanır

toprağın burnumda tüttüğü bir kış günü
bir cümle eklemişsin babamın mektubuna
sade ve kırık
karların eridiği zaman çözdüm düğümü

sevgiyi toyken tanıdık gülüm
tutma elin yanar demediler
hayatımızı tek bir mevsime göre ayarladık
başka mevsimlerin olduğunu öğretmediler
evimiz barkımız bir yüreğimiz
öyleyken ateşimizi çaldı
aziz kardeşlerimiz, prometeler…
bilesin ki bizim oldu hayatın çirkin yüzü
bizim oldu yılkı acılar
bizim oldu gülüm, kırık ezgiler

bu yokuşun ardında bir gül iniş saklanır
ağlama sen İbrahim Erciyes gazaplanır

1985


persona non grata
-Yaşar Kaplan için-

yara gür, kan, kabzada dost eli
yüreğime, hatırıma, hatırama
buyruğa pür-teslim bir bıçak gibi
dokunun bana

benim Nil’le gelen çocuk
çörden-çöpten ve umuttan
yuva kurdum yılanlara yakın, insanlara uzak
yılanların elinden ve dilinden emin oldum
şimdi yuvamı insanlaım yıkacak

Düzenler, düzenekler, mevhum dünyalar…
ömrüme zifiri kırk kapı açılmış
yetiş ya cehalet diye çağıranlar
yarasalar ülkesine bilge seçilmiş

emanetim ben size, zimmetiniz zimmetim
kanım, malım, ırzım ve izzetim
dişlerin ve tırnaklarından kanım damlar
tükür, yoksa öldürecek seni etim

bir Uhdud güzeli bana doğru geliyor
beni kucaklıyor bana alev veriyor
dokunmazlığım yanıyor önce
külleri layüs’el gözlere saruluyor

göller vardı dizi dizi
suyu afyon, dalgası narkoz, balıkları esrik
bir ada olmak istedim ayılacaklar için
üstüme kara bulutlarını gönderdiler
Atlantis’I oldum hercai coğrafyanın

köle olmamaktan yargılandım
köleler ülkesinde
boynumda ‘uyumsuz’ yaftası
itaatı putlaştırmadığım için
hür diye satıldım
zincirleriyle övünen birine

dokunun bana hadi dokunun
ki yara gür kabzada dost eli
mahfuziyetim, masumiyetim yok benim
insan olmak ayıp değil
dokunun da anlaşılsın hikmetim

1986



Mendeb

gül bezenmiş diken üzre can üzre
gün gün en bakir yerim kanar
kıl ve kılıç cambazıyım
a dostlar

1984



takdim

özlemekten yorulmuşum kapında durdur beni
ucu sana dek ulaşan bir zincire vur beni

beni çöllerden sorma ki sonra mecnun yerinir
aşksızlıktan taş kesilmiş şehirlere sor beni

karanlık yerlerimi bir bir soyundum asfaltlara
şimdi yüreğim üşüyor giyindir ey nur beni

ben Leyla’ma gidiyorum çekil önümden leyla
gayri cennet olsan durmam bak çağırıyor beni

toprağımın gözlerinden çöllerin yanağına
süzülen bir damlayım yar kabul buyur beni

hangi denize attımsa tutuştu saçlarından
bir kez bak yoksa bu yürek yarı yolda kor beni

1990 medine


nerdesin?
-acıların kadını’na-

göğe baktım gözü yaşlı
yere baktım yer yaslı
sular bugün kan tadında
eski yeni, büyük küçük, kara kızıl
tüm dertlerim burdalar
sen nerdesin?

sen ve kuşlar
gözyaşının gözyaşına
benzediği kadar benzziyorsunuz
vurulan bir ceylanın yavrusuna söylediği
şarkıyı söylüyor onlar
bu sabah yine kondular telörgüye
beni acımla başbaşa bırakmadılar
sen nerdesin?

hava soğuk, dışarda kar yağıyor
her zaman ellerim üşürdü
bugün içim üşüyor
hasretin geldi, hayalin geldi
bak, kokun da geliyor
bugün Yakub oldum bre hey
ey acıların kadını
sen nerdesin?
29 Ocak 1996



muştu

ey kötü ikramı saadet olan
tüm zzamanların kutsal seyyahı
konaklayacağını duyunca tüm yıldızlar
takınarak tüm zinetlerini
önünde sıra sıra dizildiler
ayaklarını başına taç etmek için
soyundular, giyindiler, süzüldüler…

küçük bir yıldız
bir köşede boynu bükük, mahzun
öyle ağladı ki
denizler, okyanuslar oluştu
hüznü seven tarafınla sen
geçtin güzellerini, geçtin büyüklerini
gelip önünde durdun bu mahzun kızın
saçlarını dağıtarak raksa başladı birden
güzelliğinle başını döndürdün
“dünya” adlı bu derbeder yıldızın

şimdi,
dünya seni göstermek için
ay seni görmek için dönüyor
düşman oldu güneş
seni örten buluta
biliyorum bu kainat mecnunu
vurulmuştur sen güzele bencileyin yanıyor

adına kıyamet diyecekler
yokluğunu farketmenin
güneşin gözleri kararacak
her gece sabırla seni aramaya çıkan
ay çatlayacak
dünya başını yıldızlara çalacak

adına kıyamet diyecekler
seni yitirmenin evrensel mateminin
1990



şafağa beş kala

olay var
gök basınında sürmanşet
olay var
fillerde hayret, kuşlarda dehşet

gözler güneşin doğduğu yerde
gözler güneşin doğacağı yerde

olay var
bir kılıç kınından sıyrılmadan
bir damla kan düşmeden toprağa
bir ok yayından boşanmadan
nasıl kırılır koca bir ordu?

gözler güneşin doğduğu yerde
gözler güneşin doğacağı yerde

bir yarımada
ona daha yakın olmak için
denizler bile ona sokulmada
Yunus’un kardeşi
Adem’in hikmeti
İbrahim’in duası
İsa’nın müjdesini görmek için

gözler güneşin doğduğu yerde
gözler güneşin doğacağı yerde

1990


yâ-sin6
-İnsanlık Güzeli’ne adanmıştır-

ey insan
ey yüz akı gönül aydınlığı
kabul olmuş sadaka kadar güzel
bir duygu sarıyorseni anan yüreğimi
bastığın toprakla yıkadığın gözüme
şimdi güneş bile siyah görünüyor
ey yüz akı gönül aydınlığı

ben kendime ağlarken Uhud’da ağlar mıymış
Hıra’yı mahzun gördüm soramadım sevgili
hasretinin dışında başka derdi var mıymış?

ey insan
içimde büyüttüğümtüm çiçekleri
sana adıyorum
ıtırları, yaseminleri, menekşeleri
lale bana kalsın
kapına çiçeklerin karalısını sunmaktan
utanıyorum

dua çıkmayan göğe sevdalar çıkar mıymış?
bülbülünü kaybetmiş bu evrensel bahçede
dikenler bile bir hoş, gayrı gül kokar mıymış?

ey insan
göklerin öğrencisi, yerlerin öğretmeni ey
sen öğrettin taşa konuşmayı
ağaca selam vermeyi
aya yarılmayı, toprağa dürülmeyi
göklere kurulmayı, durmayı zamanı
yılana ve deveye sevmeyi
ölmeyi, öldürmeyi
yaşamayı sen öğrettin insana

o bengisu gözünden fışkıran pınar mıymış?
baharların kaynağı ve yolunu gözleyen
bir ben sevda şehidi, bir de şu çınar mıymış?





ey insan
ey tebessümünden cennetler yaratılan
gül bahar geliyor, ağla gök seviniyor
gözyaşını karanfil diye göğüslerine takan melekler
kapında divan durup ağlamanı bekliyor
hüzün kuruluyor ekmekten önce sofrana
bunun için bir bir uçuyor sevdiklerin
bu yüzden öksüz, bu yüzden yetim kalıyor
efendisi yetimlerin.

niçin döndü bu rüzgar yol vermez dağlar mıymış?
yine Ferhat kesildin bu ne canhıraş gönlüm
bağrını deldin diye dağlar da ağlar mıymış?

ey insan
sen olmasaydın
insanlar ölmeyi öğrenmeden öleceklerdi
yaşamanın özgül ağırlığını
keşfetmeden yaşayacaklardı
hayat fahişe erkeklerin elinde
bir yosma gibi hırpalanacak
hangi mevsime el atsak
elimizde yapış yapış bir şeyler kalacaktı

acımı tartamayan aşkımı tartar mıymış?
gönlüme yol vermeyen şu zifiri perdeyi
o cennet elleriyle lûtfedip yırtar mıymış?

ey insan
sen olmasaydın
Yusufçuk kuşunun ne dediğini
yılanların niçin toprak yediğini bilmeyecektim
herşey çift yaratılırken niçin birşey tek?
bilmeyecektim bir gövdede mücevhere dönüşen taşı
hem yol, hem yolcu, hem hedef olanın
içinde kopan amansız savaşı
olmasaydın sen

çekilen dizde derman gözümdeki fer miymiş?
kendimi bir kum diye atıversem çölüne
ona vurgun bulutlar üstümde gezer miymiş?





ey insan
senin sırrın
gözyaşının terkibinde saklıymış
bu gerçeği bir denizin dudağından öğrendim
gecenin bir vaktinde bir sevgili ağlarken
bir dişi varlığını varlığına adarken
bir erkeğin ellerinde
ölüm havlu atarken
haklıymış

söyle gönlüm bu sevda mahşere kalır mıymış?
alışılmış sözcükler yükleyip kanadına
ona doğru uçursam katına alır mıymış?

ey insan
ey güneş hamilesi
bir kere doğarmışsın
bin kez doğururmuşsun
parmakların sevdanın kesilmeyençeşmesi
onun için ağlıyor yeni doğan bebekler
doğur, doğur ki dünya kaybetti gözlerini
doğur ey İsrafil’in nefesi
ey güneş hamilesi

sen olmazsan gemide bu tufan diner miymiş?
gemilerin de yandı sil aklından dönüşü
vakt indi yüreğim gidenler döner miymiş?

ey
ey ins
ey insan
hıncını hıncıma kat
sancını sancıma kat
pamuktan ellerini geçir yürek halkama
ister ayağın katına çek
istersen yerlere at.

1990-91 , Medine-Kahire

intizar7

el açûben eşiğinde durduğum râh aşkına
perdeni çâk eyle de gel çektiğim âh aşkına
iftirakın rûz u şeb bendeni dilhûn eyliyor
bas kademin bağrım üzre şâdet Allah aşkına

1984


şiir pürşiir

dikenini can yerimden
ne olursun çekme gülüm
Yakub’unum gözet beni
ıraklardan kokma gülüm

kutsadıklarım senindir
beni varlığınla sindir
mevsim senin mevsimindir
yaprağını dökme gülüm

yeldirme beni peşine
erdir biyol gelişine
şimden geri ateşine
kerem et de yakma gülüm



çile ve umut 8

kader yükünün göçünde
derviş sabrıdır içimde
çok gece erir saçımda
sıksam bahtım renkli akar

çağır gelsin bengisuyu
yıkasın hû ile hûyu
açın gökteki kuyuyu
dua yüklü eller çıkar

bir uslanmaz mor denizim
suya vurdum ayak izim
ötelerde yakup gözüm
yusuf bana çile kokar

av kışında süreğimin
dibi gökte direğimin
gizeminde yüreğimin
özlem muştu şimşek çakar

1980


viran gazel

vermişim senden bir haber el var gün var utandırma
kapanmışım ayağına naz eyleme usandırma

söz almış ahd eylemiştik belgeler var yüreğimde
sen sen ol da beni düşman dediğine inandırma

bu ne kovanımda yağma çiçekler sana intizar
zambağa benzetip beni dikenleri kıvandırma

vurulan her bir kuş ile yere düşen ben olurum
beni bir kurşunluk yârinkapısında dolandırma

iyi bildiğim tek şeydir yeter ki ağla de bana
uykuma çok usuldan gir düşlerimi bulandırma

vermişim senden bir haber el var gün var utandırma
kapanmışım ayağına naz eyleme usandırma

1987


sevda

beni benden alıp alıp götüren
saçını rüzgara katarsın sevda
şaşma ufuk gibi yandığıma sen
bende doğar bende batarsın sevda

âfet yakar diye duyulmuş gözün
bir çift namlu gibi oyulmuş gözün
beni çıldırtmaya koyulmuş gözün
mermini şurama atarsın sevda

ağlayışın yaman, gülüşün yaman
pençende yüreğim başımda duman
ciğer kebap olup, yandığım zaman
su değil, baldıran tutarsın sevda

ben gün doğusunda beklerken seni
neden hep lodosa açtın yelkeni
turnalar mı alıp gitti neşeni
şimdi hangi koyda yatarsın sevda

bırak sürükleme suyuna beni
hedef bendim, gerdin yayına beni
ne dehşet getirdin oyuna beni
betersin, betersin, betersin sevda


öfke ve hakikat

hayata bir yerinden
iliştirilivermişim
eğreti bir kimliği kabullenmek zorunda oluşum
topuklarıma kadar çıkan yağmur
ne kadar dünyalı olduğumun belgesidir

ensekökümde çakılı bir dağ
hep birşeyler saklıyor benden

uzak ülkelerden pembe ezgiler dinleyen ben
yazık, yastığımın nabzını bile dinleyemiyorum

hayallerimde acılarım gibi naftalinli
putlar, hayatla aramdaki barikat
boğazıma kadar girdiğim öfke
tufanında boğacak beni hakikat




kızgın yürek şiiri

kurşunlar el altında bir yerde dursun
kütüklükte bir atımlık sevda daha kaldı
insanlar birbirlerini yüreklerinden vursun
silahımın namlusu gül kusmaktan usandı
uyandırın öfkeleri kudursun
söyleyin anama ölecek çocuklar doğursun

bugün yine kan verdim yeryüzünün damarlarına
bugün yine ben vuruldum
ağlama
gün doğacak toprağımın çocuklarına
umudu birkez daha çevirdim yolundan ama
söyleyin anama ölecek çocuklar doğursun
adını Bedir koysun

yakında dağlar kızacak, biliyorum
gökler kızacak, yerler kızacak
sürmelibey biraz daha diye dursun
artık ben de fırtınalar ülkesine gidiyorum
bu kış çetin olacak ocağa yüreğimi vursun
söyleyin anama ölecek çocuklar doğursun

1991



bende kalsın

al da git eğreti gülüşlerimi
isyanı kutsayan yüz bende kalsın
maviye boyama zor düşlerimi
gemimi yakacak köz bende kalsın

mermere saplanan bir deli su’ca
nefreti sevdama etmişim boca
karanlığa dönük bir çift namluca
tetikte bekleyen göz bende kalsın

neşeyi açmadan solanlara ver
gülüp eğlenmeyi yılanlara ver
baharı, bahçeyi çalanlara ver
Van Gogh’un çizdiği güz bende kalsın

bilirim yol uzun sürmek zor ama
çekmediğin kahrı koy matarama
azık kıt, vakit dar, tuz bas yarama
çiledeki aziz giz bende kalsın

1986



menfi

hayret bu ayak izleri neden aşınmaz ki
toprağa soğuk damga vurmuş gibi

Dersim, zarif boğazlarda yağlı ilmek
kılımın döğmelendiği sınıfta zor dersim

analar sürgününü sürgünlerde büyütsün
babalar at toplasın Ova’dan Zapsuyu’ndan

sürgünüm gülle gibi döğecek meyvelerim
Mekke’min putlarına erişecek dal oldum

ölmeye yatkın ağaç doğum yapsa canhıraş
ona da sürgün derler

sürgünü sürgün etmek ata kamçıdır desem
algın derler çılgın derler

ve bir koca çıkar Erciyes’I dolar başına
cevaplar tümü adına Seyrani’ce

/bozmak mümkün ise aklım bikrini
boz da bakir iken dul gönder beni
hakkın mekanından özge bir mekan
bulmak mümkün ise bul gönder beni/

1982


dilli şeytan

suç aleti
ağzın barut kokuyor
çevir namlunu bana
ordunu üstüme sal
ağzını öbür yana

bal şerbeti sundun dostun
kırk kâse hangisinde zehir
al yak yüreğimde sigaranı
seni dilinden tutuşturur

uzat ellerini tutunayım
diline söz geçir sen
ziyanı yok tek cevapsız kalayım

duyulmuyor sesiniz
yaramda dil izi var
kurşunlar
nerdesiniz

1986


heyelan1 I

-havada bulut var-

geceleri gündüzlere örten
yılanlar gibi
örttük üstümüze muttasıl uykuları
yorgan yerine
Eshab-ı Kehf’in paylaşılan mirasından
yalnız uykusu kaldı bizde

atımızın terkisinde kızılelma çıkını
ayışığında koyulduk yola
kanımız damarlarımıza tıkıştırılmış delilerdi
hayaller denizine açıldığımız sallarla
heyamola çekiyorduk harikalar diyarına
onyedibin alemi bir pula sattık
çiğnediğimiz her yasakla onurumuz yükseldi
gün oldu
bir pula onyedibin takla attık
kıyametin konuk olduğu diyarda
kartalları vurduk
bizi geçmesinler diye
ahir zamanda

rüyamızı kanla bölen ayetlere kızarak
uyandık
kendinde ve agâh her şeye lanetler yağdırarak
tüm işe yarar organlarını kaybeden ben
bir kasap çengelinde bulduğum kalbime
müşteri oldum yeniden
kellemi rehin bırakarak
uykunun bilmem kaçıncı haline ulaşmak için
onlara karşı yürüyerek onların yolunda
gecenin müntehasına dayandık

haykırmanın kutsal büyüsü
işledi iliklerimize
bağırdık anlamadığımız sözleri
bağırdık sözlerimiz anlaşılmasın diye
karaya yüklediğimiz anlamı gözümüze alarak
daldık boyumuzu aşan suların körfezine

1987


heyelan II

-gök gürültüsü-

dolu dizgin sevdalarımızla
pimi çekilmiş bomba gibiydik
kaç heyecan istif ettik meydanlara
kaldırımlar rapraplarımızla uyandı kaç kez
asfaltları kanattık körkütük hıncımızla
sloganlar tilavet ettik ezberden
göndere pankartlar çektik mealler eşliğinde
otağ-ı humayuna ayarlı bileklerimiz
yerinden fırlayabilirdi bir emirle
eklem yerlerinden gelen
civata seslerini gizleyemedik
zihninin ve kalbinin olanca yoğunluğunu
adalelerine aktarmış atletler
yüreklerini molotof kokteyli diye attılar lağımlara
on soruda kellesiz savaşmanın yolları konulu
bilimsel dersler verdik
hem defterimiz hem kitabımızdı duvarlar
öğretmeni ve öğrencisi olduğumuz sınıfın
dost avına çıktığımız günler
bir çay içimi muhabbet
üçüncü hamur seviyesinde ülfet

tersine dönen çarkıfeleğin yüreğini aradık
kendimizi aradığımızı bilmeden
fecirle tehtid ettiklerimiz
üstümüzü örtüyorlardı gün doğarken
bülbüller gibi

1987